Podcast: Yasaksız Meydan 13 – Söz İkizdere Haklının: “Bu vadi bizim ambarımız.” – Ali Akyıldız ve Av. İbrahim Demirci

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği tarafından tarihinde yayınlandı

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında yayına hazırlanan Yasaksız Meydan’da bu haftanın konusu; son aylarda çevre hareketinin en önemli eylemlerinden biri olan İkizdere Direnişi oldu. İrem Afşin, İkizdere direnişi eylemcilerinden Ali Akyıldız ve avukat İbrahim Demirci ile direniş sürecinde yaşananları, jandarmanın köylülere uyguladığı orantısız şiddeti, yanlış yönlendirilen kamuoyu algısını ve hukuki süreci konuştu.

Ali Akyıldız: “Bize terörist dediler, marjinal dediler. Doğamızı korumak marjinallik mi?”

Av. İbrahim Demirci: “Bakanlık yalan söyledi, bir planlama olmadığı için “taş ocağı yapılmayacak” dendi. Ama halk her şeyin farkında, vazgeçmeyecekler.”

2020’de yılında Rize’nin İkizdere ilçesine bağlı İyidere sahil mevkiinde yapılması planlanan lojistik liman ihalesini 1 milyar 719 milyon lira karşılığında, son yıllarda iktidar favorisi olarak bilinen Cengiz İnşaat ve Yapı&Yapı AŞ ortaklığı kazandı. Projede deniz dolgusu öngörüldüğü için ham madde teminine, dolayısıyla taş ocaklarına ve bağlantı yoluna ihtiyaç vardı. Bu amaçla İşkencedere Vadisi’nde bulunan Cevizlik ve Gürdere köylerinde 17 adet parsel için acele kamulaştırma kararı çıkarıldı. Liman inşaatına karşı olmadıklarını, ancak kendilerine “bölgede taş ocağı yapılmayacak” dendiğini belirten köylüler, acele kamulaştırma kararının hemen ardından 20 Nisan 2021’de alanda nöbet tutmaya başladı.

21 Nisan’da Cengiz İnşaat’a ait makinelerin alana girmesiyle artan gerilim, özellikle 25 Nisan ve sonrasında jandarmanın orantısız güç kullanarak köylülerin barışçıl gösteri hakkının düzenli olarak engellemesi ve şiddet görüntüleri ile kamuoyunun dikkatini çekti. Tüm bölgenin yoğun güvenlik önlemleri alındığı gözlenirken, şiddetin yanı sıra bir dizi gözaltı ve para cezası da uygulandı.

Direnişe başından beri aktif olarak katılan eylemcilerden biri olan Ali Akyıldız, nöbet ve direniş kararını nasıl aldıklarını anlattı: “Bizim direniş kararı alma sebebimiz, bize hiçbir şartta orada taş ocağı olmayacağını söylediler, ancak tam tersi oldu. Burada yapılacak limana bizim İkizdere civarından itiraz eden olmadı, fakat proje için mevcut ocaklardan taş alacaklarını söylediler. Her nedense bir anda alanı taş ocağı yapılacak diye tespit ettiler. İkizdere vadimiz, UNESCO’nun dünyada 353 vadi arasında saydığı, mutlaka korunması gereken 53. en güzel vadi. Aalı başında birisi hiçbir şartta bu vadiye taş ocağı olmaz der. Fakat nasıl oluyorsa, neye dayanıyorlarsa, hangi şartlarda, hangi koşullarda bu vadiyi bir taş ocağı çevirin diyorlar bilemedik, tabii bu bizi altüst etti.”

“Vadi bizim ambarımız”

Ali Akyıldız, köylüler açısından vadinin değerini ve anlamını anlatırken zaman zaman sesini yükseltiyor, zaman zaman da sesi titriyor: “Köylüler olarak hepimizin ambarımız orası. Benim dedemin evi vadinin içerisinde. Babaannem o evde büyümüş. Çocukluğumuzun geçtiği yerlerdir. Bizim orada çayımız var, balımız var, suyumuz var. Bunların ötesinde, insan sağlığına vereceği zararın haricinde bu doğayı yok etmenin bir mantığı olmadığını da defalarca izah ettim.”

“Burada savaş kanunları geçerli…”

Akyıldız, direniş başladıktan sonra yaşananları “İkizdere’de şu anda savaş kanunları geçerli” diye aktarıyor: “Köylüler tam direniş gösterince, şirketin genel müdürünü gönderdiler. Ona gerekli her şeyi gösterdik, bu defa bakanı gönderdiler. Öyle enteresan şeyler yaşandı ki burada: Bakan kültür merkezinde toplantı yapıyor, ama toplantıya bizden kimseyi almıyorlar, isim listesi yapıyorlar,  Bakan’a itiraz etmeyecek kendi arkadaşlarını, yakınlarını alıyorlar. Bakan konuşma yapıyor, “Tamam” diyor, “Ben İkizdere halkını ikna ettim oradan taş alabilirsin.” Hâlbuki aslı astarı yok, biz eylem yapan köylüleri içeri almadılar, tamamen uydurma, yalan haberlerle bugüne kadar geldik.

Zaten köyde Ramazan yaşayamadık. Bizim ramazanımız tamamen dağlarda ormanlarda aç susuz geçti. Ramazan bitti, dedik ki yasaklar da bitti. 17 Mayıs’a kadar olan yasaklar bitince biz artık bundan sonra rahat oluruz dedik. Ne oldu? Bu defa da Valilik kararıyla bu güne kadar yüz yıllardır hiçbir olay olmayan İkizdere’de sıkıyönetim ilan edildi, eylem yasağı diyorlar. Savaş kurallarıyla yönetiliyoruz. Şu anda İkizdere’de savaş kanunları geçerli. Dünyada hiç kimsenin aklını mantığının almayacağı bir olayla karşı karşıyayız. Ha bunlar biz engelledi mi? Bizi engellemeleri mümkün değil. Ne kanun çıkartırlarsa çıkartsınlar, her şartta o son taşı alana kadar mücadelemiz devam edecek, bizi engelleyemeyecekler, durum bundan ibaret.”

“Şiddetin tarifi yok”

Ali Akyıldız, jandarmanın eylemleri engellemek ve direnişi kırmak için orantısız müdahalesini anlatırken “Öyle bir müdahale yok” diyor: “Defalarca söyledim, sizin vasıtanızla da iletelim; gazı adamın boğazından içeri sıktılar. Orada olanların çekimini kimse yapamadı, çekimi olsaydı dünya yerinden oynardı. Tarifi yok. Diyebilirim ki Türkiye’de değil, dünyada öyle bir şey olmadı. Yine de biz oradan ayrılmadık. Kadınlar saatlerce ağladılar. Bu insanlar ne yaptı, bizim kolluk kuvvetine karşı herhangi bir şeyimiz, hiçbir koşulda fiziki bir sürtüşmemiz olmadı. Biz sadece oturuyoruz, kendi coğrafyamızı korumaya çalışıyoruz. Son günlerde ana yolumuzu kapattılar, biz de orman yollarını kullanmaya başladık. Her zaman kullandığımız, gidip geldiğimiz 2 tane orman yolumuz var. Bu sefer ormanın içerisinde direniş başladı. Burada bu askerlere yapılan eziyetin de sorgulanması lazım, yazıktır günahtır sabahtan akşama kadar soğukta kalıyorlar, ateş yakıyorlar. Bu askerler de bizim askerlerimiz. Taa Samsun’dan asker getirmişler, vadinin içerisine doldurmuşlar. Bu askerlere de yazık oluyor. “Aman Cengiz’in makinasının camı kırılmasın.” Biz sadece kendi vadimizi, coğrafyamızı, yaşam alanımızı savunuyoruz. Bizi engellemeye devam edecekler, ama biz de devam edeceğiz.”

“Bize terörist dediler, marjinal dediler”

Ali Akyıldız, kamuoyunda oluşturulmaya çalışılan yanlış algıdan şikayet ediyor: “Şimdi bizi terörist ilan ettiler, marjinal ilan ettiler. Ettiler de ettiler, aklınıza gelebilecek her türlü şeyi bize yakıştırdılar. Ben doğamı koruyorsam, ormanını koruyorsam, yaşam alanıma sahip çıkıyorsam; bu marjinallikse ben bu marjinalliğe devam edeceğim. Beni bu koşullarda o marjinallikten kimse alıkoyamayacak. Öyle yalanlar, entrikalar dolmuş ki bu konunun içerisine, anlatmak ansiklopedileri geçer. Kadın askerin önüne geliyor, yol kesilmiş; dediği şu: “Gelenler 9 bin lira ceza aldılar, siz hala geliyor musunuz?” Böyle bir şey olabilir mi ya, bu nasıl bir şeydir? Onların söylemlerinin tamamen yanlış ve yalan üzerine olduğunu bizzat net olarak söyleyebilirim. Köydeki direniş devam ediyor. Köylülerin tamamının taş ocağına karşı olduğunu bir kez daha buradan sizin aracılığınızla da herkese söylemek istiyorum.”

Avukat Demirci: İnsanlar önce makineyi durdurmak istedi

İkizdere Direnişi’nden yeni dönen avukat İbrahim Demirci ise, halkın direnişinin kendilerine de işlerini yapmak için güç verdiğini söylüyor. Eylem alanında yaşananları aktaran Ekinci; direnişçilerle birlikteyken “mutlu” olduğunu ifade ediyor: “Ben İkizdere’ye iki-üç kez gidip geldim, direnişçiler ile birlikteydim, çok da mutluydum. Süreci özetlemem gerekirse, orada yaşayan insanlar ilk önce makineyi durdurmak istediler. Makineye karşı bu eylemlerinden dolayı jandarma epey sert bir müdahaleyle karşılık verdi. Doğrudan insanların suratlarına gözlerine yüzlerine ağızlarına gaz sıktı. Sonraki günlerde jandarma böyle çok doğrudan müdahale olmasa da insanların çalışma alanında, makinelerin bulunduğu yerde toplanmasına engel oldu. Daha sonra şantiye alanında makinelerin çalıştığı yeri demir parmaklıklarla kapattılar. Bütün o alanı dairesel olarak jandarma ile kapattılar. Hiç bir şekilde insanların çalışma alanına girmesine veya orayı gözlemesini de imkân vermiyorlar. Hatta geçen hafta tesadüfen bir heyelan olduğunu tespit ettik. Heyelanı yerinde görüp incelemek, ne olup ne bittiğini tespit etmek açısından Giresun milletvekili ile birlikte şantiye alanına da gittik, fakat şantiye alanında bizi sokmadılar. Bizi sokmayan kişi de asker veya oradaki yetkili jandarma değil, doğrudan Cengiz İnşaat’ın şantiye şefi olan kişiydi. Bu koşullarda avukatın veya milletvekilinin sokulmadığı bir alana orada yaşayan, taş ocağı istemeyen insanların alınması da maalesef mümkün değil. Ama insanlarımız yaratıcı bir şekilde alana girmeye çalışıyorlar. 2 gün önce alana girip, tam makinenin önündeki ağaca çıkıp çalışmayı bir süre engellediler. Yasaklar kalktığında İkizdereli insanlar İkizdere’ye gelecekti. Bu insanlar çoğu çay toplama mevsimi başladığı için geliyorlar ve çadırların kurulduğu alan insanlar da orası özel bir alan. Orada hep birlikte 6 – 7 tane çadır kurduk.  Güzel bir direniş mahallesi kurduk, insanlar çadırlara kestane balı, organik çay gibi gayet güzel keyifli yazılarla isimler verdiler, orayı güzel bir mekan haline getirdik. O akşam evlerimize çekildik. Sabaha karşı saat 02:30 – 03:00 gibi bağırışlarla çağırışlarla uyandık, gittik baktık jandarma bütün çadırları kaldırmış, orayı dağıtmış gitmiş. Son 2-3 gündür Rize Valiliği bir yasaklama kararı çıkardı. Yasaklama kararıyla daha çok toplantı ve gösteriyi kolluk güçleri eylemi veya basın açıklaması yapılmasını engelliyor. Buradaki yasak kararı ise tamamen İkizdere’ye yönelik, İşkencedere Vadisi’ne yönelik bir yasaklama. Bu yasaklama ile birlikte jandarma tamamen o insanların toplandığı çadır alanı dediğimiz yeri de kuşatmış vaziyette. Şu an oraya gazetecileri de sokmuyor. Gazetecilere “gidin evlerde röportaj yapacaksanız, konuşacaksanız konuşun ama buraya giremezsiniz” diye haberler geliyor. Yani jandarma alanı bir şekilde kuşatma altına almış. İnsanlar gidiyorlar orada oturuyorlar, bir güzel ceviz ağacının etrafında bir toplanma yeri oluşturuldu, ama oraya gazetecileri sokmuyorlar.”

Peki köylüler ne istiyor? İkizdere vadisindeki köylüler taş ocağının yaşamsal alanlarını tahrip edeceğinden, tarımın ve arıcılığın yok olacağından, bölgedeki tarıma öncelikli olarak zarar verileceğinden, dolayısıyla da kendi geçim kaynaklarının zarar göreceğinden endişe ediyorlar, direnişin çıkış noktasının böyle anlatıyorlar. Öte yandan, Cengiz İnşaat tarafından ise ihaleyi kazandıktan sonra ihtiyaçları olan taş malzemenin üretilmesi için yapılması gereken taş ocağının yer seçiminin bakanlık / hükümet tarafından belirlendiğini açıkladı.

“Yalan söylediler”

Avukat İbrahim Demirci ÇED sürecinden itibaren yaşanan hukuksuzlukları “Halka yalan söylendi” diye açıklıyor: “Bu çalışma, henüz yol çalışması yapılan kamyonların geçmesi içi, taş ocağına erişim için yapılan çalışma. İyidere, Rize’ye bağlı ve İkizdere’ye girmek için İyidere’den geçmek gerekiyor, İyidere sahilde. İyidere’de bir lojistik liman projesi planlaması yapılıyor. Bu iş için ÇED yönetmeliği gereği ÇED raporu alınması gerekiyor ve bu ÇED raporu düzenlenmiş. İyidere lojistik limanı için hazırlanan ÇED raporunda şöyle bir ifade var; “Mevcut taş ocakları, malzeme ocakları kullanılacaktır, yeni taş ocakları açılmayacaktır” diyor. Orada liman yapılırken limanı yapan şirketin bu ÇED Raporu’na mutlak şekilde uyması gerekiyor. Ancak raporda böyle yazmasına rağmen taş ocağı açılıyor. İlk önce Cevizlik bazalt taş ocağı dediğimiz yaklaşık 13,5 hektarlık bir taş ocağı için Ulaştırma Bakanlığı Rize Valiliği’ne başvuru yapıyor. Rize Valiliği de bakıyor, inceliyor, “ÇED gerekli değildir” karar veriyor, çünkü 25 hektarın altında olduğu için ÇED raporu gerekmiyor. Hemen arkasından şirket bu mevcut Cevizlik taş ocağı için bu defa Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na “kapasite artırımı yapacağım” diyor. Yaptığı kapasite artırma itibariyle ile 30 küsur hektar toplam taş ocağı alanı açılıyor. Dolayısıyla da ÇED Raporu’na tabi oluyor. Bununla ilgili olarak ben ÇED raporu hazırlayacağım diyor. Fakat Bakanlık bir resmi yazı yok elimizde, ama ÇED raporunu kabul etmiyor ve izin vermiyor. Bunlar hemen hızlı biçimde toplam 3 ay içinde olup biten şeyler. Hemen akabinde Ulaştırma Bakanlığı bu defa diğer yamaçtaki  Gürdere’de yeni bir taş ocağı yapılması için (orası da 20 hektar kadar) başvuruyor, ama yine ÇED yönetmeliği gereği rapor düzenlenmesi gerekmediği için tekrar Rize Valiliği’ne başvuruyor. Ancak henüz Rize Valiliği’nden “ÇED gerekli değildir” kararı çıktığını duymadık.”

“İnsanların yaşam alanına hileyle hurdayla tecavüz ediliyor”

Avukat İbrahim Demirci, “bakanlığın yasanın etrafından dolandığını” belirtiyor: “Bütün bu işlemleri ardı ardına koyduğunuz zaman yani şunlar hukuksuz, şunlar hukuka uygun diyebileceğimiz bir durum yok. Bu demektir ki, bakanlığın kendisi açıkça yönetmeliklerin, yasanın etrafından dolanarak iş yapıyor, biz hukuken “kanuna karşı hile” diyoruz ve bunu da yapan bakanlık. Oysa bakanlık lojistik limanın ÇED raporunu düzenlerken başka bir yerden taş ocağı açmayacağım diyor. Bu yapılan işler o kadar plansız, o kadar programsız ki… Sen Türkiye’nin en büyük limanlarından bir tanesini yapmaya çalışıyorsun. Bu limanı yaparken herhangi bir plan program yapmamışsın ki, başta herhangi bir taş ocağı açmayacağım diyorsun. Aradan birkaç ay geçtikten sonra ise bu sürece giriyorsun. Bir yandan acayip kaotik bir şey, bir taraftan da çok net bir şey. Bakanlık böyle insanları kandıracağını düşünerek, yalanla, hileyle hurdayla açıkçası oradaki insanların yaşam alanına tecavüz ediyor, başka bir şey diyemiyoruz.”

“Yok edilmek istenen özel bir tabiat alanı”

Demirci, bölgenin doğal yapısının özelliklerinden bahsederken vadinin mikro klima yapısına dikkat çekiyor: “Ben Çamlıhemşinliyim, Fırtına Vadisi’ndenim. Bizim vadimiz de Doğu Karadeniz’deki her vadi gibi gayet güzeldir, ama bu İşkencedere vadisi çok özel bir vadi, mikro klima dedikleri özel bir yapıya sahip. Vadi bütün günün güneşini görüyor, hiçbir araç girebilmiş bir yapısı yok. Güzel küçük bir deresi var. O vadinin yukarılarına doğru çıktığınız zaman başka irili ufaklı güzel dereler var, şelaleler var, 100 yıldan büyük kestane ağaçları, farklı endemik türler de var. Sonuçta özel bir tabiat var. Biz orada iken Ulaştırma Bakanlığı’nın ilgili bölümünün genel müdürüyle görüştük. “10 yere baktık ettik, limanı yapabilmek için hiç başka bir taş uymuyor, taş alabileceğimiz sadece burası var, dolayısıyla biz buradan taş alacağız” diye ifade ediliyor. Oysa kendi yazdıkları proje tanıtım dosyasında “biz alternatif bir değerlendirme yapmadık” diyorlar. Biz de dedik ki, o zaman bize ve insanlara neden yalan söylüyorsunuz? Karadeniz’in her tarafında taş alınabilecek yerler var. İlla taşla bir dolgu yapacaksanız, bunu teknik olarak müteahhit, mühendislik olarak bir sürü başka yöntemlerle de yapabilirsiniz. Bunun için el değmemiş vadiye el atıp, o vadiyi tamamen yok etmenin anlamı yok. Çünkü taş ocağı yok etmektir, başka hiçbir şey değildir. Ayrıca maalesef başka yalanlar da geliyor. Deniyor ki “Alacağımız alan sadece 13,5 hektar bir alan. 13,5 hektardan taşı alacağız, ondan sonra da biz bunu eski hale getireceğiz.” Bunu Bakan da Rize Belediye Başkanı da söyledi, Oradaki insanlar da çok açıkça “Siz Tanrı mısınız?” diyorlar. Orada 150 – 200 senelik kestane ağacı var, bu taş ocağını yapıp her şeyi yıktın ettin, 2 sene sonra gelip buraya tekrar aynı ağacı nasıl yapacaksın? Karadeniz’deki yamaçlarda en fazla toprak yapısı 20 cm – 25 cm’dir, tamamen kayalık. O toprağı parçalayıp altındaki kayaları aldıktan sonra orayı rehabilite edebilmeniz mümkün değildir.”

“Kimseyi kandıramazlar, herkes çok kararlı”

Demirci, Bakanlığın ve şirket yetkililerinin insanları kandıramadığını, herkesin kararlı olduğunu söylüyor: “Bir gerçeklik var, insanları kandıramıyorlar, insanlar çok inatçı ve bilgi sahibi. Biz de konuşuyoruz, kendi de okuyorlar. Öyle klasik bir şeyden bahsetmiyorum,  sonuçta ailelerinde mühendis insanlar var, teknik anlamda uzman insanlar var. İnsanlar kendi yaşam alanında bir ağacın kökünden makine ile sökülüp atıldığını gördüğü zaman, özel bir uzmanlık bilgisine de sahip olması gerekmiyor, ne anlama geldiğini çok açıkça gördüğü için tepkilerini gösteriyorlar. İnsanların kararlı duruşu çok güzel. O bize de yansıyor. Biz de insanlardan aldığımız şevk ve keyifle kendi uzmanlık alanımızdaki işimizi onlara faydalı bir şekilde dönüştürmeye çalışıyoruz.”

“Her yurttaşın dava açma hakkı var”

Avukat İbrahim Demirci, hukuki açıdan itiraz davasını köylüler adına açtıklarını, ancak doğa katliamının herkesi ilgilendirmesi gerektiğini vurguluyor: “Biz itiraz davasını köylüler adına açmak durumundayız, Danıştay aksine izin vermiyor. Normalde çevre davaları, imar davaları gibi daha toplumun genelini ilgilendiren davalarda her yurttaşın dava açma hakkı vardır. Yani İzmir’de oturan insan da İkizdere için dava açabilir, çünkü doğa kimsenin tekelinde değil. Eğer İkizdere’deki taş ocağı yapımıyla orman, dere, su tahribatı olacaksa bu İzmir’deki insanı da etkiler, Hakkari’deki insanı da etkiler, Arjantin’deki insanı da etkiler. Maalesef Danıştay uygulamalarıyla son zamanlarda artık sadece bölgede yaşayan, hatta bazen sadece bölgede ikamet eden, bölgede taşınmazı olan insanlarla davaları sınırlandıran kararlar var. Dolayısıyla davaları köylüler adına açtık ve sadece İdare Mahkemesi’nde değil; bu süreçte yapılan hukuksuzlukla ilgili olarak çeşitli suç duyurularında da bulunduk, özel alana tecavüz, özel tapulu alana hiçbir izin almaksızın girilmesi, oradaki çadırların sökülüp götürülmesi gibi suç duyurularında bulunduk. Bir yandan direniş devam ederken hukuki anlamda da mücadeleye devam ediyoruz.”

***Eşit Haklar İçin izleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında yayına hazırlanan Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini  düşünüyorsanız, barışçıl toplanma özgürlüğünüze dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği / Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.