Podcast: Yasaksız Meydan 20 – Gülbahar Kaya: “Meydanlar sivil toplumundur.”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği tarafından tarihinde yayınlandı

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde hazırlanan Yasaksız Meydan devam ediyor! Zeynep Duygu Ağbayır’ın bu haftaki konuğu; Batman İnsan Hakları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Kadın Komisyonu Sözcüsü Gülbahar Kaya. Kaya, 2009 yılından beri her hafta Batman İHD öncülüğünde gerçekleştirilen; ancak OHAL süreciyle birlikte engelleme ve yasaklarla karşılaşan “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” eylemlerini anlatıyor.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde hazırlanan Yasaksız Meydan devam ediyor! Zeynep Duygu Ağbayır’ın bu haftaki konuğu; Batman İnsan Hakları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Kadın Komisyonu Sözcüsü Gülbahar Kaya. Kaya, 2009 yılından beri her hafta Batman İHD öncülüğünde gerçekleştirilen; ancak OHAL süreciyle birlikte engelleme ve yasaklarla karşılaşan “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” eylemlerini anlatıyor. Gülbahar Kaya, eylemsellik sürecinin başlangıcını anlatırken süregelen engellemelere rağmen kararlılıkla eylemlere devam edildiğinin altını çiziyor:

“Eylemlere devam etmekte kararlıyız”

“90lı yıllardan bu döneme ya bu günümüze gelene kadar birçok kez bu eylemlere çeşitli kısıtlamalar getirildi, durdurulmaya çalışıldı. Fakat büyük bir azim ve büyük bir direngeçlikle bu eylemlerimiz devam etti. 90lı yıllardan bu yana birçok hükümet değişti, ve her gelen hükümet ya da her gelen siyasi iktidar kayıpların bulunmasından çok; Cumartesi İnsanları’nın geri çekilmesi üzerine bir siyaset yürüttü, bir politika yürüttü. Günümüz koşullarına gelince ise artık OHAL ile yönetilen bir ülke ortamında en barışçıl eylemlerden biri olan Cumartesi Anneleri etkinliği bile yapılamayacak hale getirildi. Fakat biz insan hakları savunucuları olarak ve Cumartesi insanları olarak bu eylemleri devam ettirmekte kararlıyız.”

Hep aynı gerekçelerle başvurularımız reddedildi”

Kaya, yaptıkları bildirimlerin reddedilmesinin hangi gerekçelere dayandırıldığını şöyle aktarıyor:

“2016’nın 11. ayından itibaren bizim barışçıl eylemimiz, yani “kayıplar bulunsun, failler yargılansın” sloganıyla başlattığımız eylemimiz, sokağa çıkışımız engellendi. OHAL süreciyle beraber, OHAL’le beraber, bütün sivil toplum örgütlerine yapılan baskı İHD üzerine de yapıldı. Sokağa çıkmamız, daha doğrusu cumartesi günü bizim için manevi değeri yüksek olan bir alana çıkmamız engellendi. Biz her hafta düzenli olarak bu konuyla ilgili dilekçe verdik mülki amire: “İşte biz eylemimizi gerçekleştireceğiz. Bununla ilgili sizin haberiniz olsun.” Hep aynı gerekçeyle işte OHAL kapsamında bunun mümkün olmadığını söylediler. 

2016’dan sonra gerekçe olarak OHAL kapsamında bütün toplantı ve yürüyüşlerin durdurulduğunu gösterdiler. Hatta şöyle bir durum oldu. Biz her hafta yenilenen dilekçeler verirken şöyle cevaplar alıyorduk artık: “Önceki dilekçede de söylediğimiz gerekçelere dayanarak dışarı çıkışınız engellenmiştir.” Daha doğrusu eylem etkinlikleri yasaklanmış olduğunu belirttiler. 2020 itibariyle ise 2019 pandemisi ile beraber pandemi koşulları bahane gösterildi. “Bahane var, pandemi var, virüs var, dışarı çıkamazsınız yapamazsınız edemezsiniz.” Oysa pandemi koşulları ortadan kalkmasına rağmen insanlar hınca hınç meydanlarda daha doğrusu kapalı stadyumlarda mitingler yapılmasına rağmen; biz 5 dakikalık bir eylemimizi bir açık alanda toplum görebileceği bir yerde yapamadık. Yani sosyal mesafeyi korumamıza rağmen eylem yaptırmadılar bize.”

“Alternatif eylemler”

Eylemleri OHAL kapsamında 2 yıl boyunca engellenen Gülbahar Kaya, alternatif eylem metodlarına dair şunları söylüyor:

“OHAL süreci ve pandemi koşullarını birleştirip anlatmak isterim. OHAL sürecinde birçok yerde çıkma konusunda gene bir ısrarlı bir eylem gerçekleştirmek istendi. Fakat her seferinde polisler üzerinden bir engelleme, bir durdurma, baskı, ve insan hakları savuncularını bir şekilde, yani otorite tarafından varlıkları ile tehdit edilerek geri durdurulmaya çalışıldı.

OHAL sürecinde alternatif eylem metodları Diyarbakır ve İstanbul şubelerinde denendi: Online buluşmalar, annelerin katılamadığı sadece kayıpların isminin geçtiği ve akıbetinin sorulduğu toplantılar. Sosyal medya üzerinden; Instagram, Twitter, Facebook üzerinden paylaşılan yayınlardı bunlar. Alternatif olarak teknolojinin imkanları doğrultusunda bir olanak yaratılmaya çalışıldı. Ama tabii ki yani bizim benimsediğimiz eylemsellik biçimi alanlara çıkıp alanlarda sesimizi yükseltmek. Çünkü alanlar sivil toplumundur, meydanlar halkın meydanlarıdır. Alanlar sivil topluma açık olmak zorundadır. Anayasanın ilgili maddesi aslında zaten buraya da değinir. Yani ülkenin varlığı aslında yurttaşları içindir.”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini düşünüyorsanız ya da barışçıl toplantı ve gösteri hakkına dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.

Söyleşinin Tam Metni

ZD: Merhaba, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan başlıyor. Ben Zeynep Duygu Ağbayır. İHD tarafından 1995 yılından beri her yıl 17 – 31 Mayıs tarihlerinde Kayıplar Haftası olarak anılan günlerde çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. İstiklal Caddesi, Galatasaray Lisesi önünde kayıplar için oturma eylemleri ile başlatılan eylemlere, 200. haftada ara verilmiş ve 7 Şubat 2009’da tekrar başlatılarak; kesintisiz olarak Istanbul dışında Diyarbakır, Şanlıurfa, Batman, Mardin, Hakkari ve Şırnak’ta düzenli olarak sürdürülmektedir. Batman IHD öncülüğünde “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” eylemi için bir araya gelen kayıp yakınları, 1990’lı yıllarda yaşanan olaylarda gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak için toplanıyor. “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın”  eylemlerine, 2018 – 2020 yılları arasında, mülki idare amirleri tarafından 59 tane yasak ve kısıtlama ilan edilmiştir. Bu yasakların 47’si tekrar eden yasaklardır. 2009 yılında ise 1 Eylül ve 25 Kasım Özel Günleri yasaklanmıştır. 

Bugünkü konuğumuz Batman Insan Hakları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Kadın Komisyonu Sözcüsü Gülbahar Kaya. Hoşgeldiniz. 

GK: Merhaba.

ZD: İsterim ki önce baştan süreci biraz özetleyelim. Eylemlerinize başlama kararı aldığımız süreçten bahseder misiniz? Sürecin bu noktaya nasıl geldiğinden…

GK: “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” sloganıyla, şiarıyla başlattığımız eylemler 90’lı yıllarda başlamış bir eylem. Sizin de girişte anlattığınız gibi İstanbul’da, Batman’da, Diyarbakır’da ve dahası ülkenin birçok noktasında yapılan eylemlerdi. Bu eylemlerin amacı gözaltında kaybolmuş ya da faili meçhul cinayetlerde hayatını kaybetmiş kişilerin katillerini bulmak, yargılanmasını sağlamaktı. 90lı yıllardan bu döneme ya bu günümüze gelene kadar birçok kez bu eylemlere çeşitli kısıtlamalar getirildi, durdurulmaya çalışıldı. Fakat büyük bir azim ve büyük bir direngeçlikle bu eylemlerimiz devam etti. 90’lı yıllardan bu yana birçok hükümet değişti, bir çok sistem değişti. Sistem değişmedi pardon, ama hükümet değişti ve her gelen hükümet ya da her gelen siyasi iktidar kayıpların bulunmasından çok; annelerin kayıp Cumartesi insanların geriye çekilmesi üzerine bir siyaset yürüttü, bir politika yürüttü. Ve günümüz koşullarına gelince ise artık OHAL ile yönetilen bir ülke ortamında en barışçıl eylemlerden biri olan Cumartesi Anneleri etkinliği bile yapılamayacak hale getirildi. Fakat biz insan hakları savunucuları olarak ve Cumartesi İnsanları olarak bu eylemleri devam ettirmekte kararlıyız. Her ne kadar meydanlara çıkışımız engellense bile her ne kadar bu mücadele yürüten kişilere saldırılar vesaire gibi durumlar olsa bile biz devam ettirmeye çalışıyoruz. 

ZD: Anayasada barışçıl toplantı ve gösteri hakkının açıkça izinsiz kullanılabileceği ifade ediliyor. Kanunun getirdiği bildirim yükümlülüğü ise mülki idare tarafından izin sistemi olarak işletiliyor. Bildirim rejimlerinin düzenlenmesi direkt olarak devletlerin toplantı ve gösterileri korumak, kolaylaştırmak yükününden geliyor. Bildirimin amacı, pozitif yükümlülüklerin uygulanmasının sağlanması. Dolayısıyla tek başına bildirim yükümlülüğü olması kötü değil; ancak Türkiye’deki gibi uygulamada izin sistemine dönüşmesi hak ihlali yaratıyor. Şimdi aslında yaptığınız yazılı açıklamada mülki idareye yapılan bildirimlerinizin sürekli reddedildiğini ifade etmişsiniz. 

GK: Evet.

ZD: Bu süreçten biraz bahseder misiniz? Ne kadar sürede sağlanıyordu, sağlanmadığı durumlarda ne yapıyordunuz ne yapılması gerekiyor? 

GK: Şöyle ki: 2016’nın 11. ayından itibaren bizim barışçıl eylemimiz yani “kayıplar bulunsun, failler yargılansın” sloganıyla başlattığımız eylemimiz, sokağa çıkışımız engellendi. OHAL süreciyle beraber, OHAL’le beraber, yani bütün sivil toplum örgütlerine yapılan baskı bizim İHD üzerine de yapıldı. Ve sokağa çıkmamız, daha doğrusu cumartesi günü bizim için manevi değeri yüksek olan bir alana çıkmamız engellendi. Biz her hafta düzenli olarak bu konuyla ilgili dilekçe verdik mülki amire: “İşte biz eylemimizi gerçekleştireceğiz. Bununla ilgili sizin haberiniz olsun.” Hep aynı gerekçeyle işte OHAL kapsamında bunun mümkün olmadığını söylediler, ki 2018’de bir çıkmamız mümkün oldu. 2018’e geldiğimiz zaman ise bizim 500. haftamız vardı. Istanbul’da da çok olaylı bir kutlama; siz de takip etmişsinizdir. O süreç kapsamında bir kere çıkabildik, hemen akabinde bir sonraki hafta tekrar yasaklar getirildi. Ve iş o öyle bir inatlaşmaya gitti ki -bunun bir inat olduğunu düşünüyoruz, çünkü akla mantığa yatar bir tarafı yok-. Şöyle ki bu eylemlerimizde bir slogan atılmıyor, şiddet içeren bir eylem değil, bir kişiyi rencide edecek bir eylem toplumsal huzuru bozacak değil. Buradaki kişiler toplanan Cumartesi İnsanları, toplanan kişiler elinde pankartları, sessizce o hafta kim kaybolmuşsa o kişinin ismini okuyup akıbetini soruyoruz. Ve bu kadar barışçıl bir eylemi bile öyle bir ötekileştirip öyle bir baskı altında tutmaya çalıştılar ki, bu ülkenin siyasi ikliminin yarattığı baskıcı rejimin en böyle en basit görüntülerinden biri zaten insan hakları savunucuları üzerinde yapılan baskı. Cumartesi günleri biz dışarı çıkamaz olduk. Yani biz her girdiğimizde binaya kendi dernek binamıza girdiğimizde kapıda polisler karşıladı. Yani sanki çok yasak ve yanlış bir şey yapacakmışız gibi bir tavır vardı. Oysaki İnsan Hakları Derneği ve Cumartesi İnsanları olarak hiçbir eylemimizde şiddet yanlısı bir tavır takınmadık; tam aksine gayet sessiz, gayet şiddetten uzak bir toplanma biçimimiz vardı. Anayasaya aykırı olmasına rağmen gene de bildirimde bulunduk, yani ülkenin siyasi iklimine rağmen. Ama hep aynı baskıcı ve akla mantığa uymayan cevaplarla bizim eylemimizi dışarıda gerçekleştirdiğimiz engellendi. 

ZD: Tam da burada sormak istiyorum. Gerekçe olarak ne söyleniyordu? 

GK: OHAL’i önce 2016’dan sonra önce OHAL’i gerekçe olarak gösterdiler. OHAL kapsamında bütün toplantı ve yürüyüşler durdurulmuştur, engellenmiştir diye. Hatta şöyle bir durum oldu. Biz her hafta yenilenen dilekçeler verirken şöyle cevaplar alıyorduk artık: “İşte önceki dilekçede de söylediğimiz gerekçelere dayanarak dışarı çıkışınız engellenmiştir.” Işte daha doğrusu eylem etkinlikleri yasaklanmış olduğunu belirttiler. 2020 itibariyle ise 2019 pandemisi ile beraber pandemi koşulları bahane gösterildi. Bahane var işte, pandemi var, virüs var, dışarı çıkamazsınız yapamazsınız edemezsiniz. Oysa pandemi koşulları ortadan kalkmasına rağmen insanlar hınca hınç meydanlarda daha doğrusu kapalı stadyumlarda mitingler yapılmasına rağmen; biz 5 dakikalık bir eylemimizi bir açık alanda toplum görebileceği bir yerde yapamadık. Yani sosyal mesafeyi korumamıza rağmen yaptırmadılar bize. 

ZD: Peki bu süreçte başvuru mekanizmalarına gittiniz mi? İşlerliği var mıydı bu mekanizmaların? 

GK: Evet bunda muhatap aldığımız kişiler haliyle yereldeki siyasi otoriteyi temsil eden devlet yetkilileriydi. Her hafta bu konuyla ilgili biz bir görüş almak için, daha doğrusu birkaç defa müzakere etmek için konuştuk. İşte bir çıkmak istiyoruz. Bizim eylemimiz barışçıl bir eylem. Herhangi bir şey içermiyor ve bu eylemleri devam ettirmek için bize biz alanlara çıkmak istiyoruz, çünkü bizim için alanlar sembolik. Şöyle ki alanlara çıkmamızın, niye bu kadar alanlara çıkmak istiyoruz? Belki bu sorunun cevabını burada vermek istiyorum. İki hafta önce gene bir dışarı çıkmak istiyoruz eylemimizi dışarda yapmak istiyoruz arbedesi yaşandı; kapıda gene polisler bizi bekliyor. İşte çıkamazsınız çıkabilirsin. Annelerin bir cumartesi annelerimizden biri şunu söyledi, Kürtçe söyledi, Kürtçe aktarım yapıldı. Türkçesini direkt söyleyeyim. Öyle elimizde fotoğraflarla çıkmak istiyoruz. Belki biri bizi burada kalırsa binanın içinde kimse elimizdeki fotoğrafları görmeyecek. Dışarıda yaparsak belki yanımızdan geçen biri, “ya ben bu arkadaşı da tanıyorum bu kimdir, ben bunu tanıyorum aslında, ben bunu falan yerde gördüm” gibi. Bir umut dışarı çıkmak istediklerini dile getirdi. Annenin o hassasiyeti o kadar… Yani hala çocuğunu, 90lı yıllarda kaybolmuş. Aynı fotoğrafla çocuğunu arıyor, bu ısrarla devam ediyor. Ama her nasıl bir anlayışsa bir fotoğrafını elinde tutulması bir tehdit olarak algılanıyor. Oysaki Cumartesi Anneleri’yle uğraşmak yerine kayıpları uğraşsalardı, yani kayıpların bulunmasıyla uğraşsalardı, faillerin yakalanmasıyla uğraşsalardı; zaten bu insanlar dışarı çıkmakta bu kadar ısrarcı olmayacaktı. Kim kışın soğuğunda, buz gibi, bu -10 dereceli havada fotoğraf için dışarı çıkar ki yani. Orada kayıplar aranıyor. O kadar sembolik, o kadar naif bir mücadele ki bu. Yani insanlar çocukları için kayıplar için ses çıkarmak için oradalar. Ama bunu bir terörize etme, bunu bir ötekileştirme, bunu bir şiddet profiline büründürmeye çalışan zihniyet bunu bir türlü anlamak istemiyor. Yani Cumartesi Anneleri’yle uğraşacakları kadar keşke kayıpların bulunmasıyla yani faillerin yargılanmasıyla uğraşsalardı; zaten bu eylemler çoktan bitmiş olacaktı. 90’lı yıllardan bu yana devam eden 30 yıla yakın bir süreçten bahsediyoruz. Bu az buz bir şey değil. Bu ülkede bu kadar ısrarla devam eden bir sivil itaatsizlik eylemi çok az hatta yok bence ve benzeri de yoktur. Mülki amiri ile konuşmamıza rağmen görüşmemize rağmen bize elle tutulur bir cevap veremedi maalesef. Hani 2016’dan sonra Türkiye OHAL’le yönetiliyordu OHAL bahane gösterildi. 2020’ye doğru ise pandemi kısıtları bahane gösterildi. Kimsenin maske takmadığı sosyal mesafenin hiçe sayıldığı şu günlerde bile bizim alanlara çıkışımız pandemi koşulları nedeniyle engelleniyor. 

ZD: OHAL sürecinden bahsettiniz ya; OHAL sürecinde alternatif eylem metodları arayışınız oldu mu? Yani bu süreçte ne yaptınız? 

GK: OHAL sürecinde şöyle: birçok kurum OHAL süreci ve pandemi koşullarını birleştirip anlatmak isterim. OHAL sürecinde birçok yerde çıkma konusunda gene bir ısrarlı bir eylem gerçekleştirmek istendi. Fakat her seferinde polisler üzerinden bir engelleme, bir durdurma, baskı, ve insan hakları savuncularını bir şekilde, yani otorite tarafından varlıkları ile tehdit edilerek geri durdurulmaya çalışıldı. Biz… İHD ile çalışmam 2018 döneminde doldu. 2018’de ben yönetime geldim, yani aktif olarak dernek çalışmaları 2018’den itibaren devam ettiriyorum. Ama o dönemde medyadan sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla insan hakları savunucuları bu konuda ısrarla devam ettiler. Yani siyasetçilerle görüşmeler, müzakereler; bir kapı açmaya çalıştılar. Ancak bir karşılık maalesef bulunamadı ama pandemi koşullarıyla beraber gene bir kitlenmeye maruz kalınca bizim şubede yapılmadı ama Diyarbakır ve İstanbul Şubeleri’nde şöyle bir yöntem denendi. Her hafta online bir toplantı: Her hafta cumartesi anneleri etkinliği online bir toplantı devam ettirilir. Yani her hafta bir kaybın akıbeti sorulmaya devam ettirilir. Online buluşmalar tabii ki yani annelerin katılamadığı sadece kayıpların isminin geçtiği ve akıbetinin sorulduğu toplantılar. Sosyal medya üzerinden; Instagram, Twitter, Facebook üzerinden paylaşılan yayınlardı bunlar. Alternatif olarak teknolojinin imkanları doğrultusunda bir olanak yaratılmaya çalışıldı. Ama tabii ki yani bizim benimsediğimiz eylemsellik biçimi alanlara çıkıp alanlarda sesimizi yükseltmek. Çünkü alanlar yani sivil toplumundur, meydanlar halkın meydanlarıdır. Alanlar sivil topluma açık olmak zorundadır. Yani anayasanın ilgili maddesi aslında zaten bunu buna bir şekilde buraya da değinir. Yani ülkenin varlığı aslında yurttaşları içindir. Yani bir sokağa çıkma, benim seyahat etme özgürlüğüm benim ifade özgürlüğüm engellendiği zaman yurttaşlık duygularım da inciniyor. Kişi kendini ifade etmek için bir neden sokağa… Alışveriş için çıkabilen bir insan neden bir kayıbını sormak için çıkıp da sesini yükseltemiyor ki? Yani yolda cüzdanımı kaybetsem ben yolda gidip soramaz mıyım, sorabilirim. Çocuğunu sokakta kaybetmiş bir annenin dışarıda bunu sorma hakkı varken gözaltında kaybolmuş bir annenin bu hakkı engelleniyor. Bu çok dramatik ve çok büyük bir çelişki Biliyorsunuz mesela hani bu OHAL kapsamında engelleme devam etti ama her ne hikmetse mesela, iktidarın magazinleştirdiği kayıp programları devam ediyordu mesela. Müge Anlı’nın programlarında kayıp kişiler bulunup bunun bir kahramanlık şovu olarak ekranlara yansıdığı dönemde gözaltında çocuğu kaybolmuş bir annenin akıbeti engelleniyordu. Onun kaybı yok sayılıyordu, onun acısı görmezden geliniyordu. Ve kişiler eşitsiz olmayı geçtim vicdanen de insanın onurunu inciten bir durum ortada. Yani kişilerin arasında ayrımcılığı politik olmayan kişilere sınırsız özgürlük tanınırken, politik ya da ne diyeyim devlet dersinde sakıncalı görülen kişilerin sesinin çıkması her alanda engelleniyor, her alanda yoksayılıyor. 

ZD: Yani OHAL süreci ile sonrası dönem arasında bir fark var mı? Bu söylediklerinize baktığımızda pek de…

GK: Hiçbir fark yok maalesef. Yani gene biz alanlara çıkamıyoruz. OHAL sürecinden sonra biz yine, OHAL’den sonra pandemi, pandemi de hala devam ediyor olmasına rağmen kendileri yani bize yasak koyan bu zihniyetin; daha doğrusu yasak koyan amirlerin dayandığı iktidar diyelim. Hınca hınç takip ediyoruz hepimiz basından. Alanlarda hınca hınç; kapalı alanlarda mitingler kongreler yapılıyorken; biz dışarı çıkamaz haldeyiz. Bizim alternatif olarak geliştirdiğimiz eylemsellik biçimimiz şu oldu: Biz koridorlarda yapıyoruz ya da binamızın içinde yapıyoruz. Yani her seferinde engellendiği için dışarı çıkamıyoruz. Yani biz şöyle, geçen hafta değil bir önceki hafta bir pankart yüzünden güvenlik güçleriyle karşı karşıya geldik. Şöyle ki pankartımız kapının önünde. Normalde saçak altı dediğimiz yer binanın içinde sayılıyor. İlla o pankartınızı içeri alacaksınız, yok dışarı çıkmanıza izin vermiyoruz; pankartınızı da içeri alın.

ZD: Pankartta ne yazıyor? 

GK: Pankarta izin vermeme sebebi eylemselliği dışarı taşırmamak. Yoksa pankartta sakıncalı bir şey yok: “Kayıplar bulunsun failler yargılansın, Batman İnsan Hakları Şubesi” yazıyor pankartın üzerinde. Yani sakıncalı pankart da değil. Sırf restleşme, sırf iktidar ve o otoritenin gücünü hissettirme pankartımızı dışarı çıkmasını engellemeye çalıştı. Kapının önünde kalmışız kapının önündeyiz, kendi binamızın kapısının önündeyiz. Kapıdan dışarı sarkan pankart bile onları rahatsız ediyor. 

ZD: Peki son olarak bir sivil toplum kuruluşu olarak İHD’yi bu yasaklamalar nasıl etkiledi Batman İHD’yi?

GK: Batman 90’larda bir kuşağını kaybetmiş bir şehir. O bir kuşaktan kayıptan kastım şu: faili meçhul cinayetlerin en yoğun yaşandığı kentlerden biri. Kayıpların en fazla olduğu şehirlerden biri ve birçok kişinin oyun arkadaşının hayatta olmadığı, akıbetinin bilinmediği, annelerin kaygılarının devam ettiği 30’a yakın bir süreçten bahsediyoruz. Hala travmaların devam ettiği bir şehir ve Batman İHD bu travmaların üzerine insan hakları mücadelesine girişmiş bir şube. Çok şükür benim amacım bu. Bizden önce çalışan şubemizdeki insan hakları savunucuları bizden çok daha çetin şartlardan geçtiğini çok iyi biliyoruz. Çünkü 90’lardaki siyasal iklim çok daha farklıydı. Hayatlarıyla tehdit edilenler, burada canından olanlar. Yani Vedat Aydın’dan bahsetmek gerekiyor insan hakları mücadelesi verirken, onu anmadan geçmemek gerek. İnsan haklarını savunduğu için katledilmiş bir insandan bahsediyoruz. Bugün hala insan haklarını savunduğu için cezaevinde tutuklu olan birçok kişi var. Çok insan hakları savunucusu gözaltına alındı. Yıllarca hapishanede yatmak zorunda kaldı hukuksuz yere. İnsan olmanın verdiği bilinç ve o mücadele görevi ile bu işe elini uzatan herkesin elini yakmaya çalıştılar. Yani siz geri durun. İnsan hakları savunucuları her dönem potansiyel bir tehdit olarak göründü. Çünkü insan hakları ihlallerine ses çıkarabilen, en karanlık dönemde bile ses çıkarabilen kişiler hep bu savunuculardır. Gözaltına insanlar kayboluyor. Ayrıca sokaklarda cinayetler işleniyor. Bunların sesini çıkarabilecek, en güçlü sesini çıkarabilecek bir tarafsız… Özellikle bunu belirtmek istiyorum. İnsan hakları savunucularının tarafsız bir kimliğinin olması bu konuda onları daha çok saldırılara açık hale getiriyor. Batman şubenin bence bu konuda diğer şubelerle de aslında karşılaştırmak çok zor ama Batman şubenin belki şöyle bir hassasiyeti daha fazla. 90’larda en fazla faili meçhul cinayeti yaşamış şehirlerden biri Batman. Yani o karanlık dönemden geçmiş hala o kayıplar aranıyor. Hala o kayıpların fotoğrafları var. İnanır mısınız: Bazen anmalarda isimler okuyoruz. 17 – 18 – 19 yaşında kişiler. Yani bu işler üniversite ya da bir lise öğrencisi, dönemin iktidarı ya da dönemin o karanlık eli tarafından potansiyel bir tehdit olarak algılanıyor ve bu yüzden akıbetleri bilinmiyor. Ya da bu konuda savunuculuk yapan, hak savunuculuk yapan insanların, bu insanların sanki potansiyel bir tehditmiş gibi algısını dayatılıp akıbetinin sorulması engellemeye çalışılıyor. Benim çok yakın, ilkokuldan bu yana, ben de Batman’da doğdum büyüdüm. Bir çok tanıdık hikaye ve travmatik hikayeye tanıklık ederek büyüdüğüm için, yani bu kayıp kuşağın çocukları kardeşleriyle bir arada olduğum için mücadele verirken sürekli onları hatırlıyorum ve onlardan güç alıyorum. Arkadaşım babasını 2 yaşında kaybetmiş, gözaltına alınıyor 2 yaşından beri babasının akıbeti bilinmiyor. Aile o kadar zor koşullarda hayatına devam etmek zorunda kaldı ki. Annesi yıllarca gelip babasının fotoğrafını taşıyarak babasının akıbetini sordu. Son dönemlerde işe girdiği için işini kaybetme korkusundan dolayı gelip pankartı da fotoğrafı da taşıyamaz hale geldi. O fotoğrafı biz taşıyoruz. Batman Şube’nin bu mücadeledeki bence misyonu ve görevi; ısrarla devam ettiren kayıpların bulunması ve faillerin yargılanması konusunda ısrarla devam ettiren bir şube olması ve bu ısrarın, bu haklı mücadelenin peşini bırakmaması. Siyasi iktidarlar değişebilir, değişecektir mutlaka. Değişmeyen tek şey değişimdir diyorlar ya, dönem değişik… Yani bu baskı iklimi belki değişir ama biz insan hakları mücadelesini devam ettireceğiz. Ama dilerim ki bir gün tüm kayıplar, bir gün, bir hükümet, daha doğrusu siyasi iktidar: Çünkü bunu yapabilecek kişiler ancak siyasi otoriteye sahip olup devlet yönetebilen kişiler olacağını düşünüyorum. Öyle bir güç, öyle bir eylem geliştirdiler ki onlardan önce işlenmiş bütün cinayetleri, bütün kayıpları savunmak yerine kollamak ve korumak yerine dönüp yüzleşip hesaplaşıp, “biz bu kayıpları bulacağız, bu failleri yargılayacağız; anneler de artık evlerinde rahat otursun.” Berfo Ana’yı hatırlarsınız. Berfo Ana gözleri açık gitti ve ona çocuğunun bulunacağına dair söz vermişler. Ama çocuğu bulunmadı, Berfo annenin gözü açık gitti. Artık annelerin bu kaygılı bekleyişinin bitmesi için herkesin elini taşın altına koyacağı o dönemin gelmesini bekliyoruz. 

ZD: Peki bize katıldığınız için çok teşekkürler.

GK: Rica ederim, ben de teşekkür ederim bu imkanı sağladığınız için Zeynep Hanım.

ZD: Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan farklı konu ve konuklarla iki haftada bir cuma günü sizlerle olmaya devam edecek. Şimdilik hoşça kalın.