Podcast: Yasaksız Meydan 28 – “Orantısız güç kullanımı gücünü cezasızlıktan alıyor”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği tarafından tarihinde yayınlandı

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde hazırlanan Yasaksız Meydan’ın bu bölümünde Zeynep Duygu Ağbayır’ın konuğu Avukat İdil Mahmutoğlu; Adana’da Furkan Vakfı tarafından düzenlenen gösteriye karşı polisin sert müdahalesinin ardından, barışçıl toplantı ve gösterilere müdahalelerde orantısız güç kullanımını ulusal ve uluslararası içtihatlara göre değerlendirdi.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde hazırlanan Yasaksız Meydan’ın bu bölümünde Zeynep Duygu Ağbayır’ın konuğu Avukat İdil Mahmutoğlu; Adana’da Furkan Vakfı tarafından düzenlenen gösteriye karşı polisin sert müdahalesinin ardından, barışçıl toplantı ve gösterilere müdahalelerde orantısız güç kullanımını ulusal ve uluslararası içtihatlara göre değerlendirdi.

2911 KAUZİSTİK DÜZENLENMİŞ BİR KANUN

Av. Mahmutoğlu, barışçıl toplantı ve gösterilere yönelik müdahalelerin hukuki boyutunu açıklıyor:

“Müdahaleleri üç erk bakımından değerlendirebiliriz: Yasama, yürütme, yargı. Öncelikle yasamanın müdahalesinden başlayalım. Başlangıç olarak orantısız güç kullanımının temelinde bir müdahale yatıyor. Müdahale edebilmek için de toplanma özgürlüğünün başlangıcından itibaren kanun dışı olduğu veya yasal kriterlere uygun olarak başlayıp daha sonra kanun dışı bir toplanmaya dönüşmesi sebebiyle müdahale edilebiliyor. Bu da yasayla tanımlanıyor: 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile. Bu kanun oldukça kazuistik düzenlenmiş bir kanun. Dolayısıyla aslında kanun dışı olarak belirtilen kriterler çok detaylı. Örneğin, kanunda belirtilen şekil ve şartlara uygun biçimde bildirim verilmeden yapılması, belirtilen gün ve saatten önce veya sonra yapılması. Aslında spontan gösteriler ve toplanmalar uluslararası standartta kabul edilebilir. Ancak uygulamaya bakıldığında maalesef bu olmuyor. Bizim Anayasamızda da 34. maddede düzenlenen: ‘Herkes izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyebilir’ diye bir maddemiz var. Dolayısıyla bu aslında spontan toplanmaları da içine alıyor. Fakat kazuistik olarak düzenlenen Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu neticesinde spontan toplanmalar müdahaleye açık oluyor. Bunun dışında yine 2015’te düzenlenen İç Güvenlik Paketi ile birlikte çok daha sert düzenlemeler söz konusu hale geldi. Örneğin yalnızca döviz taşıdığımız o tahta bile bir silah sayıldı.

Normal soğuktan korunmak için boynumuza sardığımız bir şal biber gazı gelmesin diye yüzümüze kapattığımızda yine müdahale edilebilme kriteri olarak belirlendi. Yani çok kazuistik ve hakkı kullanmamaya yönelik düzenlemeler söz konusu. Daha sonra da yürütmenin müdahalesi dediğimiz nokta başlıyor. Burada da dağıtma söz konusu.Erteleme, yasaklama, yerin belirlenmesi, kayıt altına alma ve uzaklaştırma… Yasaklama ve erteleme son dönemde hepimizin gördüğü, özellikle pandemi gerekçe gösterilerek yapılan bir şey. Ancak pandemi kurallarına uygun bir biçimde herkes toplanma özgürlüğünün tabii ki kullanabilir ve erteleme ve yasaklama olduğu halde yine de bir toplanma özgürlüğü barışçıl bir biçimde kullanılıyorsa yine müdahaleyi gerektirmez.


Barışçıldan anlamamız gereken şey de; silahsız ve saldırısız olması yeterlidir. Devletin pozitif yükümlülüğü gereğince de aslında bireylerin özgürlüğünü kullanmasını sağlaması gerekmekte. Bunun dışında bir de üçüncü kişi müdahaleleri var. Buna örnek olarak Gezi’deki palalı saldırganı verebiliriz. Burada devletin yine negatif yükümlülüğü pozitif yükümlülüğü devreye giriyor. Eylemcileri koruması gerekir, haklarını korumaları için. Dağıtmak yerine bu toplanmayı barışçıl olmaktan çıkaran kişileri uzaklaştırması gerekir. Yani aslında müdahale edilme ve edilmeme sebeplerini bu şekilde anlatabiliriz. Bizim kriterlerimiz nedir peki müdahale edilmesi halinde: Ölçülülük, orantılılık, makul süre tanınması. Yani bundan ne anlayabiliriz: Bir ihtar yapıldığında iftara uyulması için eylemcilere makul bir süre verilmesi. Türkiye bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde maalesef çok yargılandı. Saat 13.50’de slogan atmaya başlayan bir öğrenci eyleminde saat 15’de gözaltı tutanakları tutulmuştu mesela. Yani bunlar çok kabul edilebilir şeyler değil. Bu da bir orantısız müdahaledir. Bununla birlikte ne zaman yine güvenlik güçleri tarafından bir müdahale edilebilir? Barışçılık bittiği zaman, silahlar ve saldırılar devreye girdiği zaman. Güvenlik güçlerine karşı fiili saldırılar, mukavemet olduğu zaman ancak devreye girebilir. Fakat müdahale kademeli bir biçimde olmalı. Yani siz size mukavemet gösterenle orantılı bir biçimde müdahale etmelisiniz ona karşı. Ve arkasında onun eğer şiddeti artıyorsa siz de şiddeti arttırabilirsiniz. Yani ölçülülük ilkesinden asla vazgeçilmemesi gerekiyor. Bunun dışında direnişi kırmak amacıyla ve bu direnişi kıracak ölçüde olmalı. Yani göz yaşartıcı gaz sıkmak, evet yetkisi kapsamında; fakat bunun usulü ve yönetmelikleri var. Bizdeki yönetmelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce yeterli korumaya sahip bulunmuyor açıkçası. Yani bu kriterlere uymadığınız sürece bir müdahalenin hukuki boyutundan bahsetmemiz açıkçası mümkün değil.”

İŞKENCE YASAĞI HERHANGİ BİR SINIRLAMA SEBEBİNE BAĞLI DEĞİL, MUTLAKTIR

Avukat İdil Mahmutoğlu, orantısız güç kullanımı ile işkence ve kötü muamele yasağı arasındaki ilişkiyi şöyle ifade ediyor:

“işkence ve kötü muamele yasağı hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde –ki biz de tarafıyız- hem de bizim Anayasamızda düzenlendi. Herhangi bir sınırlama sebebine bağlı değil, mutlaktır. İşkence kaçınılmaz olarak insanlık dışı ve aşağılayıcıdır ve tüm bu insanlık dışı muameleler aşağılayıcıdır. Mahkeme bu yasaya ilişkin ağırlık eşiği ölçütünü kullanıyor. Bir fiil veya cezanın belli bir ağırlık eşiğinin üzerinde olmasını arıyor ve buna ilişkin de somut deliller arıyor. Arasındaki bağlantıyı da şöyle açıklayabiliriz: Kolluğun zor kullanma yetkisinin söz konusu olduğu durumlarda müdahalenin orantılı olup olmadığına ilişkin değerlendirmeyi düşünelim. Yetkide sınırın aşılması halinde kötü muamele yasağına aykırılık söz konusu olur. Kolluk tarafından göstericilere yapılan yasaya aykırılık oluşturulacak muameleye örnek olarak da mesela şunları verebiliriz: Yakalanmış bir eylemciye göz yaşartıcı gaz sıkılması, göstericilerin kafasına copla vurulması, eylemcinin saçının çekilmesini örnek gösterebiliriz. Bu örnekler maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye hakkında ihlal kararı verdiği davalardan çeşitli örnekler. Dolayısıyla orantısız güç kullanımı ve işkence ve kötü muamele yasağı tamamen birbiriyle bağlantılı. Orantısız güç kullanımı bu kapsamda değerlendiriliyor. Hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hem de Türkiye’de. Yalnızca değerlendirme açısından çeşitli nüanslar var diyebiliriz. Fakat ikisi açısından da söylenebilecek kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlara devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir. Her iki mahkeme de yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi de bakış açısı budur. Maddi ve usuli yönden ayrı ayrı değerlendirilir. Maddi yönden incelendiğinde, devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kalır bu muameleler. Kötü muamele yasağının maddi boyutunu oluşturması için de somut deliller aranır. Usuli boyutunu ise etkin bir soruşturma yapılıp yapılmadığı oluşturur. Bu şekilde özetleyebiliriz”

ORANTISIZ GÜÇ KULLANIMI GÜCÜNÜ CEZASIZLIKTAN ALIYOR

Mahmutoğlu, kamu otoritelerinin cezasızlık bağlamında orantısız güç kullanımında sorumlu olduklarını şöyle ifade ediyor:

“Maalesef ki orantısız güç kullanımı gücünü cezasızlıktan alıyor. Müdahalenin orantısızlığı cezasızlık oldukça artmaya devam edecek. Fakat yine de son dönemde bizim açımızdan sevindirici bir husus var: Anayasa Mahkemesi bu husustaki cezasızlıkla ilgili çok fazla ihlal kararı verdi. Tabii ki bu seneler içindeki içtihat gelişimiyle de ilgili, fakat bu bizim için sevindirici bir şey. Cezasızlık katılımcılar açısından caydırıcı etkiye sahip. Çünkü kimse kendisine orantısız güç uygulanarak gün sonunda fiziksel şiddete maruz kalacağı bir yere gitmek istemeyecek ve dolayısıyla toplanma özgürlüğünü de kullanamayacaktır. Bu dolaylı yönden yine toplanma özgürlüğüne karşı bir müdahaleyi gerçekleştiriyor, yargı bakımından müdahaleyi gerçekleştiriyor. (…) Gösterilerin, göstericilerin dağıtılması sırasında ve sonrasında güç kullanımının gerekliliği, orantılılığı ve uygunluğuna denetlenmesinin bağımsız, etkili ve tarafsız prosedürleri hayata geçirilmesi en büyük tavsiyelerden biri. Fakat bizde maalesef etkili bir soruşturma yapılmıyordu. Bu yapılan soruşturmalarda herhangi bir görüntü olmadığı halde savcılıklar tarafından dahi sadece polis fezlekesi göz önüne alınarak iddianame düzenleniyor veyahut da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veriliyordu. Fakat bunların hiçbiri kabul edilebilir şeyler değil. Zira bir bireyin devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak kötü muameleye tabi tutulduğuna ilişkin bir iddiası olması halinde bir resmi soruşturmanın yapılması gerekmekte, üstünün kapatılmaması gerekmekte. Soruşturma sorumlularının belirlenmesi ve cezalandırılması için de bu soruşturma koşullarının uygun olması gerekmekte. Yani soruşturmanın etkililiği ve yeterliliğinden bahsedilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi, olayı aydınlatacak sorumluların ortaya çıkarılmasına ilişkin tüm delilleri eksiksiz toplaması gerekecek.”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini düşünüyorsanız ya da barışçıl toplantı ve gösteri hakkına dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.

SÖYLEŞİNİN TAM METNİ


ZD: Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan başlıyor, ben Zeynep Duygu Ağbayır. Bu bölümde konuğumuz Avukat İdil Mahmutoğlu. Hoş geldiniz.

İM: Merhabalar, hoş bulduk.

ZD: Gösterilerde darp, cop, biber gazı, tazyikli su, gerçek ve plastik mermi kullanımı Türkiye’de yeni bir olgu değil. EŞHİD (Eşit Haklar İçin İzleme Derneği) olarak 2015 Ekim ayında başlayan veri toplama çalışmaları 2021 yılı sonuna kadar 3329 barışçıl toplantı ve gösteriye müdahale edildiğini; bunların 1627’sinde orantısız güç ve zor kullanıldığını gösteriyor. Yani toplam müdahalelerin yaklaşık yüzde 49’unda bu yöntemlerin kullanıldığını görüyoruz. Halbuki uluslararası standartlar açısından devletlerin barışçıl toplantı ve gösteriler ile katılımcılarını koruma bağlamında pozitif yükümlülükleri bulunduğunu biliyoruz. Temelde, yani esas olan, kamu otoriteleri mümkün olduğunca barışçıl toplantıların devamı için çaba göstermeli, kısıtlamalara gereksiz şekilde başvurmamalıdır. Tam da buradan hareket ile Furkan Vakfı’na değinelim isterim. Son yıllarda görüyoruz ki Furkan Vakfı’nın tüm barışçıl eylem ve etkinlikleri, mülki idare kararları ve kolluk kuvvetleri müdahalesi ile engellenmekte. Hatta geçen hafta da bunu gördük. Furkan Vakfı’nın Adana’da düzenlemek istediği basın açıklaması ve yürüyüşe polisin plastik mermi, biber gazı ve copla orantısız güç kullanarak çok sert müdahale ettiğini görüyoruz. Bu yaşananların hukuki temeli nedir, hukuki açıdan değerlendirir misiniz? Polisin orantısız güç kullanımı, uluslararası standartlar ve ulusal mevzuat açısından nereye tekabül etmektedir?

İM: Aslında bunu üç erk bakımından değerlendirebiliriz, yani müdahalenin üç erki diyelim buna: yasama, yürütme, yargı bakımından. Şimdi öncelikle yasamanın müdahalesinden başlayalım. Başlangıç olarak orantısız güç kullanımının temelinde bir müdahale yatıyor. Müdahale edebilmek için de toplanma özgürlüğünün kanun-dışı olduğu başlangıcından itibaren veya yasal olarak başlayıp yasal kriterlere uygun olarak başlayıp daha sonra kanun dışına kanun dışı bir toplanmaya dönüşmesi sebebiyle müdahale edilebiliyor. Bu da yasayla tanımlanıyor: 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile. Bu kanun oldukça kazuistik düzenlenmiş bir kanun. Dolayısıyla aslında kanun dışı olarak belirtilen kriterler çok detaylı. Örneğin, kanunda belirtilen şekil ve şartlara uygun biçimde bildirim verilmeden yapılması, belirtilen gün ve saatten önce veya sonra yapılması. Aslında spontan gösteriler ve toplanmalar uluslararası standartta kabul edilebilir. Ancak uygulamaya bakıldığında maalesef bu olmuyor. Bizim Anayasamızda da 34. maddede düzenlenen: “Herkes izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyebilir” diye bir maddemiz var. Dolayısıyla bu aslında spontan toplanmaları da içine alıyor. Fakat kazuistik olarak düzenlenen Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu neticesinde spontan toplanmalar müdahaleye açık oluyor. Bunun dışında yine 2015’te düzenlenen İç Güvenlik Paketi ile birlikte çok daha sert düzenlemeler söz konusu hale geldi. Örneğin yalnızca döviz taşıdığımız o tahta bile bir silah sayıldı. Normal soğuktan korunmak için boynumuza sardığımız bir şal biber gazı gelmesin diye yüzümüze kapattığımızda yine müdahale edilebilme kriteri olarak belirlendi. Yani çok kazuistik ve hakkı kullanmamaya yönelik düzenlemeler söz konusu. Öncelikle bir yasamanın müdahalesi var, daha sonra da yürütmenin müdahalesi dediğimiz nokta başlıyor. Burada da dağıtma söz konusu. Erteleme, yasaklama, yerin belirlenmesi, kayıt altına alma ve uzaklaştırma… Yasaklama ve erteleme son dönemde hepimizin gördüğü, özellikle pandemi gerekçe gösterilerek yapılan bir şey. Ancak pandemi kurallarına uygun bir biçimde herkes toplanma özgürlüğünün tabii ki kullanabilir ve erteleme ve yasaklama olduğu halde yine de bir toplanma özgürlüğü barışçıl bir biçimde kullanılıyorsa yine müdahaleyi gerektirmez. Barışçıldan anlamamız gereken şey de silahsız ve saldırısız olması yeterlidir. Devletin pozitif yükümlülüğü gereğince de aslında bireylerin özgürlüğünü kullanmasını sağlaması gerekmekte. Bunun dışında bir de üçüncü kişi müdahaleleri var. Buna örnek olarak Gezi’deki palalı saldırganı verebiliriz. Burada devletin yine negatif yükümlülüğü pozitif yükümlülüğü devreye giriyor. Eylemcileri koruması gerekir, haklarını korumaları için. Dağıtmak yerine bu toplanmayı barışçıl olmaktan çıkaran kişileri uzaklaştırması gerekir. Yani aslında müdahale edilme ve edilmeme sebeplerini bu şekilde anlatabiliriz. Bizim kriterlerimiz nedir peki müdahale edilmesi halinde: Ölçülülük, orantılılık, makul süre tanınması. Yani bundan ne anlayabiliriz: Bir ihtar yapıldığında iftara uyulması için eylemcilere makul bir süre verilmesi. Türkiye bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde maalesef çok yargılandı. Saat 13.50’de slogan atmaya başlayan bir öğrenci eyleminde saat 15’de gözaltı tutanakları tutulmuştu mesela. Yani bunlar çok kabul edilebilir şeyler değil. Bu da bir orantısız müdahaledir. Bununla birlikte ne zaman yine güvenlik güçleri tarafından bir müdahale edilebilir? Barışçılık bittiği zaman, silahlar ve saldırılar devreye girdiği zaman. Güvenlik güçlerine karşı fiili saldırılar, mukavemet olduğu zaman ancak devreye girebilir. Fakat müdahale kademeli bir biçimde olmalı. Yani siz size mukavemet gösterenle orantılı bir biçimde müdahale etmelisiniz ona karşı. Ve arkasında onun eğer şiddeti artıyorsa siz de şiddeti arttırabilirsiniz. Yani ölçülülük ilkesinden asla vazgeçilmemesi gerekiyor. Bunun dışında direnişi kırmak amacıyla ve bu direnişi kıracak ölçüde olmalı. Yani göz yaşartıcı gaz sıkmak, evet yetkisi kapsamında; fakat bunun usulü ve yönetmelikleri var. Bizdeki yönetmelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce yeterli korumaya sahip bulunmuyor açıkçası. Yani bu kriterlere uymadığınız sürece bir müdahalenin hukuki boyutundan bahsetmemiz açıkçası mümkün değil.

ZD: Tam da buradan aslında şunu sormak istiyorum: İşkence ve kötü muamele yasağı ile orantısız güç arasındaki ilişkiye değinebilir misiniz?

İM: Tabii, işkence ve kötü muamele yasağı hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde –ki biz de tarafıyız- hem de bizim Anayasamızda düzenlendi. Herhangi bir sınırlama sebebine bağlı değil, mutlaktır. Sözleşmede bu kavramlar çok geniş düzenlenmiş, daha sonra içtihatlarla somutlaştırılmıştır. Ama şöyle ifade edebiliriz: İşkence kaçınılmaz olarak insanlık dışı ve aşağılayıcıdır ve tüm bu insanlık dışı muameleler aşağılayıcıdır. Bu içtihattan alınma bir cümle, bunu söyleyebilirim. Mahkeme bu yasaya ilişkin ağırlık eşiği ölçütünü kullanıyor. Bir fiil veya cezanın belli bir ağırlık eşiğinin üzerinde olmasını arıyor ve buna ilişkin de açıkçası somut deliller arıyor. Arasındaki bağlantıyı da şöyle açıklayabiliriz: Kolluğun zor kullanma yetkisinin söz konusu olduğu durumlarda müdahalenin orantılı olup olmadığına ilişkin değerlendirmeyi düşünelim. Yetkide sınırın aşılması halinde kötü muamele yasağına aykırılık söz konusu olur. Kolluk tarafından göstericilere yapılan yasaya aykırılık oluşturulacak muamele örnek olarak da mesela şunları verebiliriz: Yakalanmış bir eylemciye göz yaşartıcı gaz sıkılması, göstericilerin kafasına copla vurulması, eylemcinin saçının çekilmesini örnek gösterebiliriz. Ve bu örnekler maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye hakkında ihlal kararı verdiği davalardan çeşitli örnekler. Dolayısıyla orantısız güç kullanımı ve işkence ve kötü muamele yasağı tamamen birbiriyle bağlantılı. Ve orantısız güç kullanımı bu kapsamda değerlendiriliyor. Hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hem de Türkiye’de. Yalnızca değerlendirme açısından çeşitli nüanslar var diyebiliriz. Fakat ikisi açısından da söylenebilecek kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlara devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir. Her iki mahkeme de yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi de bakış açısı budur. Maddi ve usulü yönden ayrı ayrı değerlendirilir. Maddi yönden incelendiğinde, devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kalır bu muameleler. Kötü muamele yasağının maddi boyutunu oluşturması için de somut deliller aranır. Usuli boyutunu ise etkin bir soruşturma yapılıp yapılmadığı oluşturur. Bu şekilde özetleyebiliriz.

ZD: Yine buradan bir soruyla geleceğim şimdi. Furkan Vakfı’na yapılan müdahalede de biz aslında bu söylediklerinizin çoğuna şahitlik ettik, sosyal medyaya yansıyan görüntüler vasıtasıyla. Aslında Nisan 2021’de Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan bir genelge ile görevli polislerin ses ve görüntü kayıtlarının alınması ve sosyal medyada paylaşılması görevi yapmayı engellediği ve özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği gerekçeleri ile yasaklanmıştı. Genelgeye ilişkin Kasım 2021’de Danıştay tarafından yürütmeyi durdurma kararı verildi. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün görüntü yasağı genelgesi yürürlükte olsaydı bu olaydan nasıl haberdar olacaktık?

İM: Bu haberden, bu olaydan haberdar olamayacaktık. Bu sadece Türkiye için geçerli değil, tüm dünya için geçerli. Çünkü toplanma özgürlüğü, düşünce ifade etmenin kolektif biçimi. Dolayısıyla da kamuoyu oluşturma potansiyeli var ve bu da tüm iktidarları, tüm devletleri korkutan bir şey aslında. Dolayısıyla bunu dünyanın hiçbir yerinde öğrenemezdik, açık ve net.

ZD: Orantısız güç kullanımı ile ilgili olarak ön plana çıkan bir diğer konuda cezasızlık. Kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum: Ataman Grubu davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin temel bulguları arasında polis memurlarının toplantı ve gösterilerde hak ihlali yaratan tasarrufları ile ilgili yapılan soruşturmaların etkili olmamasının, 3. maddenin yani işkence yasağının, usul bakımından yüklediği pozitif yükümlülüklere aykırı olduğu yer almaktadır. Süreç içinde olumlu bir gelişme olmadığı görülmekte. Furkan Vakfı’na yapılan müdahalenin ardından valilik tarafından yapılan açıklamada 2 polis hakkında soruşturma açıldığı yer almakta. Ancak görüntüler çok daha fazla polisin olduğunu göstermekte. Valiliğin açıklamasında güvenlik güçlerine yönelik cezasızlık bağlamında nasıl değerlendirebiliriz? Kamu otoritelerinin rolünü konuşalım isterim.

İM: Maalesef ki orantısız güç kullanımı gücünü cezasızlıktan alıyor. Bu çok acı bir gerçek. Müdahalenin de maalesef ki orantısızlığı cezasızlık oldukça artmaya devam edecek. Fakat yine de son dönemde bizim açımızdan sevindirici bir husus var: Anayasa Mahkemesi cezasızlıkla ilgili, bu husustaki cezasızlıkla ilgili çok fazla ihlal kararı vardı. Tabii ki bu seneler içindeki içtihat gelişimiyle de ilgili, fakat bu bizim için sevindirici bir şey. Cezasızlık caydırıcı etkiye sahip, katılımcılar açısından. Çünkü kimse kendisine orantısız güç uygulanarak gün sonunda fiziksel şiddete maruz kalacağı bir yere gitmek istemeyecek ve dolayısıyla toplanma özgürlüğünü de kullanamayacaktır. Bu dolaylı yönden yine toplanma özgürlüğüne karşı bir müdahaleyi gerçekleştiriyor, yargı bakımından müdahaleyi gerçekleştiriyor. Bu da başta konuştuğumuz erklerin müdahalesinin son sacayağı diyebiliriz. Ataman Grubu kararları, bundan birkaç yıl önce halihazırda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin taraf olduğu davaların, derdest davaların 130 kadar olması sebebiyle ve verilen bir sürü ihlal kararına rağmen, kesinleşmiş ihlal kararına rağmen, hiçbir surette adım atılmaması sebebiyle oluşturulmuş davalar grubu. Burada genel önlemler ve bireysel önlemler açısından Türkiye tavsiye niteliğinde tavsiyeler verildi. Özellikle cezasızlık üzerinde duruldu. Bu bağlamda gösterilerin, göstericilerin dağıtılması sırasında ve sonrasında güç kullanımının gerekliliği, orantılılığı ve uygunluğuna denetlenmesinin bağımsız, etkili ve tarafsız prosedürleri hayata geçirilmesi en büyük tavsiyelerden biri. Fakat bizde maalesef etkili bir soruşturma yapılmıyordu. Bu yapılan soruşturmalarda herhangi bir görüntü olmadığı halde savcılıklar tarafından dahi sadece polis fezlekesi göz önüne alınarak iddianame düzenleniyordu veyahut da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veriliyordu. Fakat bunların hiçbiri kabul edilebilir şeyler değil. Zira bir bireyin devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak kötü muameleye tabi tutulduğuna ilişkin bir iddiası olması halinde bir resmi soruşturmanın yapılması gerekmekte, üstünün kapatılmaması gerekmekte. Soruşturma sorumlularının belirlenmesi ve cezalandırılması için de bu soruşturma koşullarının uygun olması gerekmekte. Yani soruşturmanın etkililiği ve yeterliliğinden bahsedilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi, olayı aydınlatacak sorumluların ortaya çıkarılmasına ilişkin tüm delilleri eksiksiz toplaması gerekecek. Yani bu bahsedilen bizde Nisan’da verilen o kolluk kuvvetlerinin görüntüsünün alınması aslında bu tavsiye niteliğindeki kararlarla da tam olarak çelişiyor. Olayları aydınlatmaya yönelik en büyük delillerimiz her zaman bizim o kayıtlar oluyor. Bununla birlikte kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma yine bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli olmalı. Bizde maalesef senelerce uzuyor: Berkin Elvan davası bunun en büyük örneği, hepimizin gözü önünde gerçekleşti. Yetkililer olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı, soruşturmayı sonlandırma ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara varmamalı. Burada kastım, demin bahsettiğim hiçbir inceleme olmaksızın sadece fezlekeden yola çıkılarak oluşturulacak bir iddianame veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar.

ZD: Güvenlik güçlerine yönelik etkili soruşturmaların gerçekleştirmediğini, aksine barışçıl toplantı ve gösteriye katılan kişilere yönelik davalarının yaygın olduğunu görüyoruz, hatta biliyoruz. Dolayısıyla cezasızlık ve yarattığı etki hakkında neler söyleyebiliriz?

İM: Cezasızlığın yarattığı etki kesinlikle caydırıcılık hem dolaylı yönden hem de direkt olarak. Toplantı ve gösteriye katılan kişilerin davalarının yaygın olması ise korkunç bir şey aslında. Çünkü dava açılması bile aslında hakkın özüyle tamamen aykırı, çelişkili bir husus oluşturuyor. Çünkü siz demokratik bir hakkınızı bu hukuka uygun şekilde kullanıyorsunuz, fakat hakkınızda dava açılıyor. Yani bu olmaması gereken bir şey. Beraat edilmesi veya yani yine korkunç bir sonuç olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi yine caydırıcı etkiye sebep oluyor. Ve bunların hiçbiri aslında hakkın özünün kullanılmasına yönelik devletin yine pozitif ve negatif yükümlülüklerine uygun değil. Cezasızlık bakımından değerlendirdiğimizde, yani bir kolluk görevlisinin orantısız güç kullanması tamamen hukuka aykırı iken ve soruşturulma dahi verilmezken -üstelik 2002 yılında buna ilişkin bir düzenleme yapıldığı halde- yani soruşturma izni gerek olmaksızın başlatılması gerekirken, yine pratikte kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni aranıyor veya daha üst makamlardaki yetkili kişilerin soruşturulmasına ilişkin de bir izin hükümlülüğü yokken pratikte bir izin alınması süreci başlatılması da yine cezasızlık olgusunu tamamen beslemekte. AİHM orantısız güç kullanan kolluk kuvvetlerine ilişkin herhangi bir etkili soruşturma yapılmamasını ve sistematik cezasızlığı tüm sonuçlarıyla birlikte çok ağır biçimde eleştiriyor. Ve fakat Anayasa mahkemesi bu durumu yalnızca usul bakımından incelemekle yetinmekte. Maalesef ki diğer maddi unsurlara ilişkin herhangi bir yorum yapmamaktadır.

ZD: Peki, bize katıldığınız için çok teşekkür ederiz.

İM: Ben teşekkür ederim.

ZD: Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan farklı konu ve konuklarla iki haftada bir cuma günü sizlerle olmaya devam edecek. Şimdilik hoşça kalın.