Podcast: Yasaksız Meydan 31 – ” Gezi itirazların toplamıdır”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği tarafından tarihinde yayınlandı

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde hazırlanan Yasaksız Meydan’da bu hafta Avukat Akçay Taşçı, Gezi Parkı protestolarını ve Gezi Davası’nı anlatıyor.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde hazırlanan Yasaksız Meydan’da Avukat Akçay Taşçı, Zeynep Duygu Ağbayır’a Gezi Parkı protestolarını ve Gezi Davası’nı anlatıyor.

Protestoların 2013 yılındaki Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası inşaatını protesto etmek amacıyla başladığını hatırlatan Akçay Taşçı, “Gezi Parkı protestolarını aslında diğer protesto gösterilerinden, basın açıklamalarından, yürüyüşlerden ayıran bir şey var” diyor. Avukat Taşçı şöyle devam ediyor:

RUTİN BASIN AÇIKLAMASI OLARAK BAŞLADI

“Gezi Parkı protestoları rutin basın açıklamalarından biri olarak başladı. Bunun üzerine biraz daha renklendi diyebilirim ilk birkaç gün içerisinde. Çadırlar kuruldu ve orada uyunmaya başlandı. Bu da bir protesto yöntemiydi.

Gezi Parkı protestolarında yaşanan şey, aslında bir konunun tek başına protesto edildiği bir konu olmaktan çok öteye geçti ve milyonları aşan sayılarda yüz binleri aşan slogan tipiyle, itiraz tipiyle, duvar yazılarıyla, afişlerle ve onları aşan yüze yakın farklı konuyu bir arada protesto eden bir noktaya geldi.

Devamında polis şiddeti çok büyük oranda besledi. Ardından da devletin komple vatandaş üzerindeki -özellikle 2013 yılındaki hükümetin- vatandaş üzerindeki tam kontrolü; evlere kadar uzanan kontrol çabası, doğaya aşırı seviyedeki müdahale ve bunların hepsini toplamı Gezi’yi var etti. Büyük bir protesto haline getirdi.

Gezi Parkı’nda yaşanan şey, Anayasa’da karşılığını bulan, hatta uluslararası sözleşmelerde karşılığını bulan barışçıl gösteri hakkının en kristalize olmuş, en gerçekçi, en organik halini yaşatan örneklerinden birisidir.

BARIŞÇIL GÖSTERİ HAKKINI SAVUNDULAR

(…) Gezi tüm haklarla birlikte barışçıl gösteri hakkını da kendiliğinden savunmuş oldu. Çünkü oraya gidip bu açıklamayı yapan insanlar ilk günlerde çadır kurarak parkı korumak isteyen insanlar ekoloji hakkını savunuyorlardı ve birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını savundular.

Devamında diğer gelen insanlar, destek vermek için gelen insanlar, örneğin internet yasaklarıyla ilgili itirazını alıp gelmişti; aynı zamanda toplantı ve gösteri hakkını savundular.

Kent suçlarına ilişkin olarak Emek Sineması’nın yıkılmasını, kent hafızasının yok edilmesine itiraz edenler oraya itirazlarını alıp geldiler ve aynı zamanda barışçıl gösteri yürüyüşü hakkını da savundular. Toplamda Gezi’nin kristalize olduğu nokta tüm kent haklarıyla birlikte sivil haklarımızı, bireysel haklarımızı, toplumsal haklarımızı birlikte savunmasıydı. Bunun kristalize olmuş haliydi diyebilirim.”

GÖRMEDİĞİMİZ BİR UYGULAMA: DELİLLERİN YENİDEN KIYMETLENMESİ

Avukat Taşçı, Gezi Davası sürecini ve 25 Nisan’da gerçekleşen karar duruşmasında verilen cezaların hukuki dayanağını aktarıyor:

“Aslında Gezi’de bir değil iki beraat kararından ve bir takipsizlik kararından bahsetmemiz gerekir, kesinleşmiş olan. Bunun da önemini de vurgulayalım en başta. Hangi suçu, daha doğrusu hangi suçla itham edilmiş olursanız olun, hakkınızda eğer bir takipsizlik kararı, savcılık makamı tarafından bir kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar kesinleşti ise yahut devamında hakkınızda bir dava açıldı ve o davada beraat kararı kesinleşti ise fiiliniz ne olursa olsun…

Bakın en ters bir yerden söyleyeyim: Bir cinayet işlemiş dahi olsanız, yeni bir delil bulunmadığı müddetçe bu suçu işlediğinize dair, o karar sonsuza kadar geçerlidir. Bir daha o fiil nedeniyle yargılanamazsınız. Dolayısıyla şuradan başlayalım: Gezi’deki fiilleri doğrudan faaliyetleri nedeniyle Tayfun Kahraman hakkında açılan soruşturmada takipsizlik kararı verildi ve kesinleşti. Tayfun Kahraman herhangi bir suç işlememiştir dendi.

Devamında Mücella Yapıcı ve bir kısım başka sanık hakkında dava açıldı. Örgüt kurarak toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefet etmekten dava açıldı, aynı fiillerle dava açıldı ve Mücella Yapıcı beraat etti, o kadar kesinleşti. Fakat bunlara rağmen savcılığımız, Türkiye’de, Türkiye tarihinde görmediğimiz bir uygulama ortaya çıkardı ve delillerin yeniden kıymetlendirildiğini iddia etti.

DELİLSİZ YARGILAMA HALİ

(…) Hukuki dayanağı konusunda şunu söyleyebilirim net bir şekilde biz normalde yani, siyasi davalarda da bir delil tartışması yapardık şimdiye kadar. Öyle ya da böyle önünüze konulmuş gerçek ya da yalan, üretilmiş ya da doğru bir delil olurdu. Örneğin, Fetullahçıların bu tür dosyalara hakim olduğu hakim, savcı olduğu ve gerçekten de bu tür dosyaları yönettiği dönemlerde yalan delil üretilerek dosyaya konulurdu ve bunun delil olmadığı, böyle bir delilin gerçek olmadığı yönünde tartışmalar yapılırdı davalarda. Fakat bu yeni dönemde gördüğümüz şey delilsiz bir yargılama hali, yani bugünkü hakim, savcılar delil ihtiyacında değiller bir karar vermek için. Gezi dosyası bunun kristalize olduğu önemli dosyalardan biridir.”

TOPLANTI GÖSTERİ HAKKI BİR HAKKIN İHLAL EDİLDİĞİNİ HAYKIRMA HAKKIDIR

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kolay kazanılmış bir hak değil, diğer tüm haklar gibi. Bu arkasında bir hakkın ihlal edildiğini haykırma hakkıdır aslında, bir köprü hak diyebiliriz belki bu hak için. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kendisi kullanabildiği ölçüde, diğer hakların da bir tür garantördür diyebiliriz bu hak için. Çünkü onu haykırabildiğinizde bu herhangi bir başka hakkının ihlal edildiğini haykırabildiğinizde de onu alabilmek için bir yoldur, önemli bir yoldur.

Gezi, ihlal edilen tüm haklarımız konusunda hep birlikte itirazlarımızın birleştiği bir yerdi. Yargılaması da aslında bu itirazların ne kadar haklı olduğunun göstergesi olmuştur, yargılanma şekli, verilen cezalar bu itirazların ne kadar haklı olduğunun doğrudan kendi kanıtı olmuştur.

BU YARGILAMA GEZİ’Yİ HAKLI ÇIKARDI

Bu yargılama, Gezi’yi haklı çıkarmıştır toplamda. Dolayısıyla Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı için değil sadece, tüm haklarımız için Gezi kararını, Gezi davasını, Gezi’yi burada verilen kararlar olan itirazlarımızla birlikte Gezi’yi savunmaya, o ruhu savunmaya, orada ortaya çıkan itirazı sahiplenmeye ve arkadaşlarınız için mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini düşünüyorsanız ya da barışçıl toplantı ve gösteri hakkına dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.

SÖYLEŞİNİN TAM METNİ:

Z.D: Merhaba, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan başlıyor. Ben Zeyneb Duygu Ağbayır, bugün gezi davasını konuşacağız. Konuğumuz Taksim Dayanışması avukatlarından Akçay Taşçı. Hoş geldin Akçay.

A.T: Hoş bulduk, kolay gelsin, iyi yayınlar.

Z.D: Teşekkür ederiz. Gezi Parkı eylemlerinde, aslında 9 yıl önce, neler olduğunu kısaca bir hatırlayalım isterim. Sonrasında Gezi Davası sürecini konuşacağız. 2013 yılındaki Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası yeniden yapmak için başlanan inşaat çalışmalarını protesto etmek amacıyla düzenlenen ve daha sonra Türkiye’nin birçok noktasına yayılan Gezi eylemleri yıllar boyunca Türkiye gündeminde yer aldı. 3 haftaya yakın süren eylemlerde 8 sivil ve 1 güvenlik görevlisi yaşamını yitirirken, 10 bine yakın da insan yaralandı. Gezi eylemleri esnasında ve sonrasında polisin orantısız güç kullanımı, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı tartışma konusu oldu. Türkiye genelinde toplam 5685 kişi gözaltına alındı. Onlarca iddianame hazırlandı. Burada aslında Isparta Cumhuriyet Savcısı’nın bir kararını paylaşmak istiyorum: Gezi Parkı protestoları kapsamında yapılan gösterilere ilişkin 17.07.2013 tarihli kararında; “Demokratik toplumlarda barışçıl gösterilere makul olmayan kısıtlamalar getirmenin, kuvvet uygulayarak müdahale etmenin, insanları ceza tehdidiyle, korkutarak, benzeri gösterilerde yer alma hususundaki cesaretlerini kıracak hareketlerden kaçınılmasının gerektiği, toplantı ve gösterinin izle bağlanamayacağı, belirli bir yer konusunda dayatmada bulunamayacağı açık ve sarih olarak ifade edilmiş.” Tam da burada şöyle bir soruyla başlamak istiyorum: Anayasada madde 34 ile tanımlanan barışçıl toplantı ve gösteri hakkı kapsamında 2013 yılında yaşanan Gezi Parkı protestoları ve bu protestolara yapılan müdahalelerin nasıl değerlendirmeliyiz Akçay?

A.T: Şimdi Gezi Parkı protestolarını aslında diğer protestolardan bizim gündelik olarak katıldığımız neredeyse artık katıldığımız, protesto gösterilerinden, basın açıklamalarından, yürüyüşlerden ayıran bir şey var. Gezi Parkı protestoları aslında yine az önce söylediğim türden rutin basın açıklamalarından biri olarak başladı. Bunun üzerine biraz daha renklendi diyebilirim ilk birkaç gün içerisinde. Çadırlar kuruldu ve orada uyunmaya başlandı. Bu da bir protesto yöntemiydi. Fakat devamı aslında bir tür kitlesel protesto haline geldi ve bu kitlesel protesto halinin; anayasada düzenlenen, az önce maddesiyle saydığınız, anayasada düzenlenen haline aşan bir noktaya ulaştı. Şunu demeye çalışıyorum: Gezi Parkı’nda yaşanan şey, Gezi Parkı protestolarında yaşanan şey, aslında bir konunun tek başına protesto edildiği bir konu olmaktan çok öteye geçti ve milyonları aşan sayılarda yüz binleri aşan slogan tipi ile itiraz tipi ile duvar yazılarıyla, afişlerle ve onları aşan yüzlere yakın farklı konuyu bir arada protesto eden bir noktaya geldi. Örneğin; Beyoğlu’ndaki sokaklardaki masaların kaldırılmasından tutun; Emek Sineması’nın yıkılmasına… Hatta onu öne almak lazım. Emek sinemasının yıkılması, Gezi protestolarının ilk fişeğidir diyebiliriz. Devamında polis şiddeti çok büyük oranda besledi. Devamında da devletin komple vatandaş üzerindeki özellikle 2013 yılındaki hükümetin vatandaş üzerindeki tam kontrolü; evlere kadar uzanan kontrol çabası, doğaya aşırı seviyedeki müdahale ve bunların hepsini toplamı Gezi’yi var etti. Bu kadar büyük bir protesto haline getirdi. Şimdi soruya tekrar dönmek gerekirse, Gezi Parkı’nda yaşanan şey, anayasada karşılığını bulan, hatta uluslararası sözleşmelerde karşılığını bulan barışçıl gösteri hakkının en kristalize olmuş, en gerçekçi, en organik halini yaşatan örneklerinden birisidir. Tek başına bu hakkın varlığını dahi savunan… Çünkü her bir protesto… Örnek vermek istiyorum. Asgari ücretle ilgili yapılacak bir basın açıklamasını düşünün. Meramı asgari ücretten ibarettir. Asgari ücretin ne kadar olacağından ibarettir ve aynı zamanda da o basın açıklamasını yaptığında basın açıklaması yapabilme özgürlüğünü de savunur bu ikisi birlikte. Gezi tüm haklarla birlikte barışçıl gösteri hakkını da kendiliğinden savunmuş oldu. Çünkü oraya gidip bu açıklamayı yapan insanlar ilk günlerde çadır kurarak orada parkı korumak isteyen insanlar ekoloji hakkını savunuyorlardı ve birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını savundular. Devamında diğer gelen insanlar, destek vermek için gelen insanlar, örneğin internet yasaklarıyla ilgili itirazını alıp gelmişti; aynı zamanda toplantı ve gösteri hakkını savundular. Kent suçlarına ilişkin olarak Emek Sineması’nın yıkılmasını, kent hafızasının yok edilmesine itiraz edenler oraya itirazlarını aldılar geldiler ve aynı zamanda barışıl gösteri yürüyüşü hakkını da savundular. Biraz uzattım kusura bakmayın ama toplamda Gezi’nin kristalize olduğu nokta tüm kent haklarıyla birlikte sivil haklarımızı, bireysel haklarımızı, toplumsal haklarımızı birlikte savunmasıydı. Bunun kristalize olmuş haliydi diyebilirim.

Z.D: Bundan biraz bahsettin ama yine de daha detaylı sormak istiyorum. Gezi’ye ilişkin iki farklı toplumsal kavrayış var: Birincisi, devletin yarattığı ve Gezi’yi kriminalize eden algı. İkincisi de Gezi’nin bütün antidemokratik uygulamalara toplumsal bir başkaldırı olduğunu ifade eden bir aldı. Tam olarak Gezi’yi biraz daha açalım isterim bu noktada. Gezi neydi?

A.T: Gezi neydi? Şimdi aslında nasıl başladığını anlatırsak, belki Gezi’nin ne olduğu konusunda somut veri ile ilerleyebiliriz, herkesin kendi algısından ziyade. Evet, iktidar cenahının bir algısı var ne olduğu konusunda. Bu algı gerçek mi yoksa siyaseten mi bu algı yaratılmaya çalışılıyor ona belki daha sonra değinebiliriz. Ama bir kısmı için en azından bu algının gerçek olduğunu da ben düşünüyorum. Böyle bir algılarının olduğunu, buna gerçekten inandıklarını düşünmeye başladım bu dava sürecinde. Gezi neydi dersek şöyle söyleyebiliriz: Aslında Türkiye’de Taksim Meydanı’nın bir protesto alanı olması çok eskiye dayanıyor. Türkiye modernleşme tarihinde Taksim Meydanı’nın çok büyük bir yeri var. Fakat bununla birlikte o döneme kadar yani 2013 yılına kadar Türkiye’de kısmi olarak bir liberalleşme döneminin yaşandığına dair bir şey vardı, nasıl diyelim, bir iddia vardı. Türkiye’nin modernleştiğine, liberalleştiğine, daha da özgürlükçü bir ülke haline geldiğine, Avrupa Birliği ilişkilerinin hızlandığına dair bir algı yaratılıyordu. Bu algının beslendiği döneme itiraz edenler vardı daha Gezi’ye gelmeden önce. Çünkü Türkiye toplumunda İslamcı, milliyetçi ve temel olarak da neoliberal politikalar üzerine kurulmuş bir partinin Türkiye’yi bir hukuk devletine; Türkiye’yi özgürlüklerin korunduğu bir ülkeye; Türkiye’de doğanın, kent haklarının, kişisel özgürlüklerin, internet özgürlüğünün korunduğu bir ülke haline getirebileceğini inanmayanlar vardı. Biz onlardandık. Hiçbir zaman bu inanca sahip olmadık. Bu tür bir hükümetin, bu tür bir siyasi partinin ülkeyi bu noktaya getireceğine hiçbir zaman inanmamıştık. Toplamda bu uzunca süren liberalleşme döneminin, tırnak içerisinde liberalleşme döneminin, maskesinin indiği şeydi Gezi. Çünkü her bir alana tekil tekil müdahaleler yapılıyordu. Ve bu müdahalelere toplam bir cevap verilemiyordu o güne kadar. Gezi bunların toplamındaki itirazdı ve en büyük besleyeni, gerçekten de insanları akın akın oraya götüren şey büyük oranda polis şiddetiydi. Polis şiddeti de tek başına polis gençlere çok kötü davranıyormuş şeklinde söylenemez. Devletin bütün bu davranışlarının simgeleştiği halde polis şiddeti. Yani o copun indirilmesi, çadırların yakılması, insanların yerde sürüklenmesi, doğrudan suratına gaz sıkılması, devletin, daha doğrusu İslamcı, milliyetçi ve neoliberal hükümetimizin maskesinin indiği anları sembolize etti ve bunu çok gözümüze soka soka gösterdi. Bunun işe yarayacağını ve protestoların, cılız dediği protestoların, biteceğini öngörmüştü hükümet ama tam tersi oldu. Gezi bunların tamamındaki itirazını toplayıp kristalize hale getirerek milyonlar halinde meydanlara atmış oldu. Bence Gezi toplamda itirazların toplamıdır. Neo-liberal işçi hakkı gözetmeyen, hukuk devleti gözetmeyen, kadın hakları göz etmeyen, cinsiyet hakları gözetmeyen ve bunun dışında Türkiye’nin belli bölgelerinde coğrafya diyebileceğimiz problemleri de gözetmeyen, yahut ana dili gözetmeyen, kimliği gözetmeyen, doğayı gözetmeyen her şeye karşı bir itirazdı. Devlet otoritesine karşı devletin otoriteryen davranışlarına karşı itirazdı. Bunu söyleyebilirim.

Z.D: Peki. Ve davasının İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 21 Nisan tarihli duruşmasında, 25 Nisan’da karar çıktı. Tam 2-3 gün sonra çıktı, değil mi karar?

A.T: Evet, 3 gün sonra çıktı.

Z.D: İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Osman Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum etti. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi’ye de 18’er yıl ceza verdi ve kaçma şüphesiyle tutuklanmalarına karar verdi. Hatta Çiğdem Mater yurtdışından geldi, bu davaya katıldı. Bir beraat kararı vardı aslında 30. Ağır Ceza Mahkemesi ile başlayan. Ama sonrasında bozuldu ve mahkumiyetle sonuçlandı. Aslında ben bu dava sürecini detaylı bir şekilde konuşmak isterim Akçay. Bize aktarırsan sevinirim.

A.T: Şimdi şöyle oldu. Aslında Gezi’de bir değil iki beraat kararından ve bir takipsizlik kararından bahsetmemiz gerekir, kesinleşmiş olan. Bunun da önemini de vurgulayalım en başta. Hangi suçu, daha doğrusu hangi suçla itham edilmiş olursanız olun, hakkınızda eğer bir takipsizlik kararı savcılık makamı tarafından bir kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar kesinleşti ise yahut devamında hakkınızda bir dava açıldı ve o davada beraat kararı kesinleşti ise fiiliniz ne olursa olsun… Bakın en ters bir yerden söyleyeyim, bir cinayet işlemiş dahi olsanız, kendi içinizde biliyor olsanız, yeni bir delil bulunmadığı müddetçe bu suçu işlediğinize dair, o karar sonsuza kadar geçerlidir. Bir daha o fiil nedeniyle yargılanmasınız, yargılanamazsınız. Dolayısıyla şuradan başlayalım: Gezi’deki fiilleri doğrudan faaliyetleri nedeniyle Tayfun Kahraman hakkında açılan soruşturmada takipsizlik kararı verildi ve kesinleşti. Tayfun Kahraman herhangi bir suç işlememiştir dendi. Devamında Mücella Yapıcı ve bir kısım başka sanık hakkında dava açıldı. Örgüt kurarak toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefet etmekten dava açıldı, aynı fiillerle dava açıldı ve Mücella Yapıcı beraat etti, o kadar kesinleşti. Fakat bunlara rağmen savcılığımız, Türkiye’de, Türkiye tarihinde görmediğimiz bir uygulama ortaya çıkardı ve delillerin yeniden kıymetlendirildiğini iddia etti. Şimdi bu yeniden kıymetlendirme meselesi çok kritik Ceza Muhakemeleri Kanunumuzda hiç olmayan bir kelime, bu kelimenin nasıl kullanılacağı, nasıl kullanılabileceği konusunda gerçekten hepimizin ürkütücü senaryolar geliyor aklımıza tüm yargılamalarımız hakkında. Çünkü az önce bahsettiğim ilke, Türkiye tarihinin son 10 yılda girmiş olan bir ilke değil. Bu Roma hukukunda neredeyse yerleşmiş, tarih boyunca insanlığın egemenlere karşı kazandığı önemli ilkelerden biridir tekrar tekrar yargılanmalarını engellemek adına. Bu beraat kararlarına rağmen, bu beraat ve takipsizlik kararlarına rağmen, dosya yeniden değerlendirildiği iddiasıyla, hiçbir yeni delil olmaksızın onu vurgulayarak söyleyeyim, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde yeni bir gezi davası açıldı. Osman Kavala ve davanın diğer sanıkları bu dosyaya dahil edildiler ve o davada mahkeme elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğu, hukuka aykırı olmasa dahi elde edilen bu delillerin tek başına bu suçun işlendiğine dair yeterli kanıt sağlamadığı gerekçesiyle beraat kararı verdi İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi. Bu karar, bu beraat kararı istinaf mahkemesine gitti. Bölge adliye mahkemesine gitti ve bölge adliye mahkemesi bozma kararı verdi bu karar hakkında, tekrar 30. Ağır Ceza Mahkemesine geldi. Aynı zaman da Yargıtay’da devam eden Çarşı dosyası vardı. Çarşı dosyasında biraz açmak gerekebilir belki; Çarşı’yı hepimiz biliyoruz, Beşiktaş’ın taraftar grubu. Onlar da benzer bir suçlamayla yargılanıp beraat etmişlerdi, o karar da Yargıtay’daydı. Bizim bölge adliye mahkememiz gezi davası diyebileceğiniz davanın bölge adliye mahkeme dava hakkında bölge adliye mahkemesi bozma kararı verirken Yargıtay’daki dosyaya selam gönderdi. Burada bulamadığınız, nasıl söyleyelim, bir kısım şiddet eylemini çarşı dosyasında bulabilirsiniz dedi. Bunu tırnak içinde söyleyebiliriz, şiddet eylemi olduğundan değil ama bölge adliye mahkemesi kararının meali olarak söylüyorum. Devamında Yargıtay’da, Çarşı dosyasına bakan Yargıtay da, burada bulamadığınız örgütü orada bulabilirsiniz mealinde bir şeyler söyledi. Ve bu bizim yine alışkın olmadığımız bir ceza usulü. Yargıtay ve istinaf dairelerinin dosyalar üzerinden birbirlerine selam gönderdiğini pek alışkın değiliz. Bu süreç yaşandı. Bu beraat kararları kaldırıldı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine ve İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesine geldiler. 30. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı önce bu birleştirme tavsiyelerine uyulup uyulmayacağı konusunda 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne bir yazı yazdı. Sonra kendisi geçici görevlendirme ile 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gitti. Kendi yazdığı talimata, daha doğrusu muvafakatname deriz biz teknik olarak ama bu dosyalar birleştirilmeli mi anlamına gelecek yazıyı kendisi cevapladı. 30. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olarak, geçici başkan olarak gitti orada da “evet ya birleştirsek fena olmaz, iyi olur” dedi ve dosyaları birleştirdi. Sonra kendi mahkemesine geri döndü. Bu birleştirme kararından sonra İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde dava devam etti ve nihai olarak arkadaşlarımız cezalandırdılar bu davada. Şu küçük ayrıntıyla bu özeti bitireyim: Birlikte görülmesi konusunda Yargıtay’ın ve istinaf mahkemesinin türlü oyunlar çevirdiği, devamında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin türlü oyunlar çevirdiği olaylardan sonra, dosya tekrar ayrılarak, Çarşı dosyasıyla ayrılarak, karar verildi. Bu ayrıntının önemli olduğunu düşünüyorum ve bu küçük ayrıntıyla bu özeti bitirmiş olayım.

Z.D: 25 Nisan’da gerçekleşen duruşmada verilen cezalara hem Türkiye hem de uluslararası kamuoyunda büyük bir tepki yarattı. Hatta kararı protesto etmek için İstanbul’da yapılan barışçıl eylemlerde en az 51 kişi gözaltına alındığını da biliyoruz. Cezaların hukuki dayanağı hakkında neler söyleyebiliriz? Aslında biraz değindik buna önceki soruda da. Bu karar önümüzdeki sürece dair ne ifade etmektedir, bu süreç nasıl ilerleyecek?

A.T: Şimdi, yani hukuki dayanağı konusunda şunu söyleyebilirim net bir şekilde biz normalde yani, siyasi davalarda da bir delil tartışması yapardık şimdiye kadar. Öyle ya da böyle önünüze konulmuş gerçek ya da yalan, üretilmiş ya da doğru bir delil olurdu. Örneğin, Fetullahçıların bu tür dosyalara hakim olduğu hakim, savcı olduğu ve gerçekten de bu tür dosyaları yönettiği dönemlerde yalan delil üretilerek dosyaya konulurdu ve bunun delil olmadığı, böyle bir delilin gerçek olmadığı yönünde tartışmalar yapılırdı davalarda. Fakat bu yeni dönemde gördüğümüz şey delilsiz bir yargılama hali, yani bugünkü hakim, savcılar delil ihtiyacında değiller bir karar vermek için. Gezi dosyası bunun kristalize olduğu önemli dosyalardan biridir. Başka dosyalarımız da var elbette ki, halihazırda devam eden, ama Gezi dosyasında verilen karar kanaat yargılamasının artık hukukumuza girebileceği şeyini yarattı bende. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Bir fiille suçlanıyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümetini ortadan kaldırmak veya çalışmasını tamamen veya kısmen engellemeye teşebbüs, Türk Ceza Kanunu 309. maddesi. Şimdi bu maddenin karşılığı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, yani Türk Ceza Kanunu’ndaki en ağır suçlardan biri ve cezası da en ağır ceza, yani idam cezasını yerine getirilmiş bir ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası. Şimdi bu suçtan birini mahkum etmek isterken çok net delilleriniz olması gerekir, çok kesin delilleriniz olması gerekir. Fakat bırakın kesin halini, bu yargılamada delil tartışması yapmadık biz. Savcılık ve mahkeme aşamasında düzenli olarak bakın şu delillerin toplanması lazım ki bu yargılama sağlıklı olsun. Bizim istediğimiz şu deliller var, şunları toplayın, bunları getirin. Yahut delili olduğunu iddia ettiğiniz şeyleri duruşmaya getirin, orada tartışalım dediğimiz hiçbir şey yapılmadan bu karar verildi. Hukukumuzla ilgili çok vahim bir hal olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Gerçekten çok tehlikeli bir durumdayız. Bu kadar ağır suçlamalarla yargılanıp bu kadar delilsiz bir şekilde cezalandırılabilmek belki de 18., 19. yüzyılda kaldığını düşündüğümüz şeyler bunlar. Ama halen devam ettiği konusunda bir uyanma yaratmalıdır hepimizde Türkiye hukukunun nereye gittiği konusunda.

Suçlama açısından az önce anlatmaya çalıştım. Hakikaten ipe sapa gelmez bir hal var. Çok ağır bir suçlama, fakat buna ilişkin herhangi bir delillendirme yapılmış değil. Çok daha kötüsü, az önce bahsettiğim aynı suçtan iki kez, ikinci kez yargılanmama ilkesinin de ortadan kaldırılarak yapılması, Yargıtay ve istinaf mahkemesi dosyalarının birbirine selam çakarak diyeyim en hafif ifadeyle bunun gibi kepazeliklerin yaşanarak bu hale getirilmesi neyin göze alındığında ortaya koyan şeyler Türkiye hukuku açısından.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kolay kazanılmış bir hak değil, diğer tüm haklar gibi. Bu arkasında bir hakkın ihlal edildiğini haykırma hakkıdır aslında, bir köprü hak diyebiliriz belki bu hak için. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kendisi kullanabildiği ölçüde, diğer hakların da bir tür garantördür diyebiliriz bu hak için. Çünkü onu haykırabildiğinizde bu herhangi bir başka hakkının ihlal edildiğini haykırabildiğinizde de onu alabilmek için bir yoldur, önemli bir yoldur. Gezi, ihlal edilen tüm haklarımız konusunda hep birlikte itirazlarımızın birleştiği bir yerdi. Yargılaması da aslında bu itirazların ne kadar haklı olduğunun göstergesi olmuştur, yargılanma şekli, verilen cezalar bu itirazların ne kadar haklı olduğunun doğrudan kendi kanıtı olmuştur. Bu yargılama Gezi’yi haklı çıkarmıştır toplamda. Dolayısıyla Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı için değil sadece, tüm haklarımız için Gezi kararını, Gezi davasını, Gezi’yi burada verilen kararlar olan itirazlarımızla birlikte Gezi’yi savunmaya, o ruhu savunmaya, orada ortaya çıkan itirazı sahiplenmeye ve arkadaşlarınız için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Z.D: Peki, bize katıldığınız için çok teşekkür ederim.

A.T: Ben teşekkür ederim. İyi yayınlar dilerim, sağ olun.

Z.D: Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğiyle Yasaksız Meydan, farklı konu ve konuklarla iki haftada bir cuma günü sizlerle olmaya devam edecek. Şimdilik hoşça kalın.