Podcast: Yasaksız Meydan 36 – Barışçıl toplantı ve gösteriler için 4 yılda en az 1088 yasak!

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği tarafından tarihinde yayınlandı

 

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nde yönetim kurulu üyesi olan Doç. Dr. Dilşad Çiğdem Sever, “Türkiye’de Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı Bakımından İdari Yargının Etkili Bir Başvuru Yolu Olarak Niteliği: Yasaklama Kararlarında İptal Davaları ve Kötü Muamelede Tam Yargı Davaları Açısından Bir İnceleme” başlıklı raporunu anlatıyor.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde hazırlanan Yasaksız Meydan’ın 36. bölümünde Zeynep Duygu Ağbayır’ın konuğu, Atılım Üniversitesi’nde öğretim üyesi, aynı zamanda Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nde yönetim kurulu üyesi olan Doç. Dr. Dilşad Çiğdem Sever. Bu bölümde, ESHİD’in barışçıl toplantı ve gösteri hakkı izleme çalışmaları kapsamında Dilşad Çiğdem Sever tarafından yazılan “Türkiye’de Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı Bakımından İdari Yargının Etkili Bir Başvuru Yolu Olarak Niteliği: Yasaklama Kararlarında İptal Davaları ve Kötü Muamelede Tam Yargı Davaları Açısından Bir İnceleme” başlıklı raporu konuşuyoruz.

ESHİD’in verilerine göre 2018 – 2021 tarihleri arasında mülki idareler tarafından barışçıl toplantı ve gösteri hakkına yönelik en az 1088 kısıtlama kararı bulunuyor.

Sever, mülki idareler tarafından alınan kısıtlama kararlarının dayanaklarını, ilgili düzenlemeleri ve yasaklama kararlarına ilişkin var olan başvuru yollarını anlatıyor:

“Mülki idareler tarafından alınan kısıtlama kararlarının dayanağı olarak bilinen iki tane temel kanun görüyoruz. Birincisi; Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, 2911 sayılı kanun olarak da bilinen. Bir de genel anlamda valilerin İl İdaresi’ne ilişkin etkilerini düzenleyen İl İdaresi Kanunu 11A ve 11C maddelerini görüyoruz, bu kararlarda atıf yapılan dayanak hükümler olarak.

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu doğal olarak esas uygulanması gereken özel hüküm olduğu için ona bakmak gerekir, 17 ve 19. maddeler dayanak yapılıyor. Aslında orada sadece yasaklama değil, erteleme yetkisinden de bahsediyor. Ama Türkiye’deki örneklerde erteleme yetkisinin kullanılmadığını, tamamen yasaklama işlemleri olduğunu görüyoruz.

Aslında bu kanunda 2002 ve 2003 yılında yapılan değişikliklerle bu kararların alınması güçleştirilmiştir. 17. maddeye eklenen unsur, ki bu aslında biraz da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı izlenerek yapılmıştır, suç işleneceğine ilişkin açık ve yakın tehlikenin mevcudiyetinin aranması koşul olarak eklenmiş durumda yasaklama kararları açısından. Benzer şekilde yine tüm toplantıların ertelenmesi, yasaklamasında da benzer şekilde böyle bir suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlikelinin mevcudiyeti, hatta üstüne bir de gerekçede karar verilmesi şeklinde belli güvenceler eklenmiş durumda. Ama kararlarda bu tür bir açık ve yakın tehlikenin mevcudiyeti hiç belirtilmeden sadece genel sınırlandırma nedenlerini tekrar edilerek karar verildiğini görüyoruz ve mahkemelerin de çok açıkçası bunları tartışmadığını görüyoruz.

Esas problem bu İl İdaresi Kanunu meselesi. Belki bu konuları aşina olan hukukçular hatırlayacaktır, sokağa çıkma yasaklarıyla çok gündeme gelmiş maddelerdi bunlar aslında. Çünkü İl İdaresi Kanunu oldukça eski tarihli bir kanun ve genel anlamda valinin ildeki bazı yetkilerini düzenleyen 11. maddesinde aslında çok genel ödevleri adeta söylerken, genel anlamda güvenliği, kamu düzenini korumak için gerekli tedbirleri almak gibi; genel yetki normu diyebileceğimiz (hatta görevlendirme şeklinde spesifik yetki de içermeyen) hükme dayanarak çeşitli kararlar alındı.

Bu sokağa çıkma yasaklarında da gündeme gelmişti. Daha sonra 2018 yılında bir madde eklendi. Orada da bizim sokağa çıkma yasaklarına dayanak olacak şekilde 15 günü geçmemek üzere ilde belirli yerlere giriş çıkışı sınırlandırmak veya kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını sınırlamak gibi yetkiler eklendi.

Fakat şunu söyleyerek başlayalım: İl İdaresi Kanunu’ndaki bu kapsamda bir madde değil. Yani böyle tamamen toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklarını içerebilecek bir madde değil, genel yetki normu. Kaldı ki oradaki sınırlandırmaya baktığınızda da güvenliği bozacağı şüphesi bulunan kişiler için bir sınırlama görürüz. Yani maddenin aslına baktığınızda da böyle tamamen bütün şehirde her şeyi yasaklamak gibi bir anlam zaten çıkarmamak gerekir. Ki bu noktada özel norm olarak uygulanması gereken bir norm Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu. Dolayısıyla burada bir dayanak problemimiz olduğunu düşünüyorum ama dediğim gibi bu biraz Türkiye’de yargı tarafından ihmal edilmiş bir konu.

KARARLAR 24 SAAT ÖNCESİNE KADAR ALINABİLİYOR

Peki bu kararlara karşın ne yapılabiliyor? Şunu söyleyeyim: 24 saat öncesine kadar bu tür yasaklama kararları alınabiliyor. Yani belli bir etkinlik yasaklanacaksa 24 saat öncesinde bu karar alınabiliyor. Hatta yasaklama kararları tüm toplantıları içerdiği için hemen yürürlüğe giriyor ve yani bir saat sonraki toplantıyı bile kapsayabilecek bir niteliğe sahip, bir süre sınırlaması yok. Hepimizin aslında bildiği gibi idari işlemlere karşı açtığımız iptal davaları açılıyor ve iptal davalarında da yürütmeyi durdurması talep edilerek mahkemenin bu değerlendirme yapması isteniyor. Mahkeme peki neye bakıyor? Telafisi güç veya imkansız bir zararının olacağını düşünüyorsa ve açıkça hukuka aykırı buluyorsa bu durumda yürütmenin durdurulması kararı verebiliyor mahkemeler.”

Çiğdem Sever, başvuru yollarının pratikte işlevsel olup olmadığını şöyle aktarıyor:

“Biz bu raporu hazırlarken konuyla ilgili davalara bakmış çeşitli avukatlara bir çağrıda bulunduk. Onlarla bir toplantı yaptık. Onların ellerindeki dosyalardan bazılarını inceleme olanağı bulduk. Durum ne diye bakarsınız…

SOMUT GEREKÇE OLMADAN RET

Sayısal olarak baktığımızda 2018’den itibaren bakıldığında, 2019’da 300’e yakın karar varken 2020 yılındaki pandeminin esas ağırlıklı müdahalelerin olduğu, bu kısıtlamaların olduğu dönemde 368 karar var. 2021’e geldiğimizde 307. Yani çok büyük değişiklikler olmaması aslında toplantı gösteri yürüyüş hakkında bu tür yasaklamaların çok pandemiyle bağlantılı olmadığını gösteriyor. Yine bu kararlara baktığımızda belli illerde daha yoğun olduğunu görüyoruz

Tabii şöyle bir şeyle başlayacağım burada: Az önce söylediğim Van’da 6 yılı geçen bir yasak var. Sürekli devam eden 15’er günlük yeni idari işlemler konuyor sürekli. Bunlarla ilgili 14 tane dava açmışlar. 14 davanın tamamı reddedilmiş. Van Barosu’nun açtığı davaların tamamı reddedilmiş, genellikle güvenlik gerekçesiyle diyerek çok da somut bir gerekçe aramaksızın genelde reddedildiğini görüyoruz.

Bu konuda yine kamuoyunda gündeme gelmişti: Ankara’da LGBTİ+ örgütlerinin yapacağı her tür etkinlikle ilgili mesela yasak kararından 1 yıl 3 ay sonra bir iptal kararı çıktı. Yani 1 yıl 3 ay boyunca hiçbir etkinlik yapılamadı ve çok genişti. Yani bu Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu aşan düzeyde tüm etkinlikleri içeren bir yasaktı. Yine benzer şekilde İstanbul Onur Yürüyüşü ile ilgili açılan bir davada 1 yıl sonra yeni istinaf aşamasında bir iptal kararı çıktı.

Yine benzer şekilde Maçka Parkı’nda bir etkinlik yasağı dosyasında yürütmenin durdurulması kararının verilmesi 4 ayı bulmuş durumdaydı ve ret kararı vermişti. Benim bunların içinde bulabildiğim, yürütmenin durdurulması verilen tek bir örnek vardı, internet taramasıyla bulabildim bunu.

Soma madencileri için yapılacak bir yürüyüşle ilgiliydi. O da hem gösteri hem yürüyüş içeren. Yani hem bir parkta bir gösteri ardından da yürüyüş yapılacak bu olayda. Tek toplantının yasaklanması söz konusu burada. Genel bir yasak kararı yok. Kısmi olarak bir yürütme durdurması kararı kısa sürede verilmiş.”

Kaleme aldığı raporda, etkili başvuru hakkını düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 13 ve Anayasa madde 40 açısından bir çerçeve çizen Çiğdem Sever, bir başvuru yolunun etkililiğini ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor:

“Tüm konuştuklarımız aslında bize şunu söylüyor: Bu etkili başvuru yolu meselesi bizim açımızdan temel hak ve özgürlüklerin korunmasında çok çok önemli. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şöyle söylüyor, diyor ki: Hakların vizyonu olmasının ötesine geçmelerinin güvencesini bu hak oluşturur. Yani bir şekilde var olan yargısal ve yargı dışı bütün yolları etkili biçimde işlemesi, aslında bu hakları gerçek anlamda hayata geçirmek için bir garanti. Bu yüzden hem Anayasa Mahkemesi hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tanım yaparken de şöyle bir yol izliyor, diyor ki: Bir kere bir hakkın ihlal edildiğini ileri sürmeniz gerekir. Bu hakkın ihlal edildiğini ileri sürebilmek için, yani tıpkı ayrımcılık yasağında olduğu gibi, bir hakkın başka bir hakla bağlantılı olarak ileri sürülmesi gerekiyor.

MAHKEME İKİ UNSURA BAKIYOR

Şunu da söylemek lazım etkili başvuru hakkı Taraf Devletleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bakımından ne tür bir dava olması gerektiği, nasıl bir mevzuat olması, nasıl bir mahkeme kurulması gerektiği konusunda doğrudan bir belirleme yapmıyor. Tamamen içerik değerlendirmesi yapıyor, olay bazlı ve konu bazlı değerlendirme yapıyor ve bunu yaparken de belli kriterler geliştirmiş durumda. İşte bizim çekirdek haklar dediğimiz 2, 3, 5 ve 6 maddelerini ihlal iddialarında daha hassas bir inceleme yaptığını söylemek mümkün.

Ama mahkemenin temel yaklaşımı şu; iki tane şeye bakıyor: Bir, esasa dair gereklilikler; iki, kurumsal gereklilikler. Ve bunlarda da hep şunu vurguluyor: Sadece teorik anlamda etkililik değil, aynı zamanda uygulamada da etkili olup olmadığına bakmak gerekir diyor. Bu anlamda temel derdi çeşitli kriterler, özellikle bizim açımızdan yasaklama kararlarında bize söylediği şey makul sürede sonuç almayı güvence altına alan bir yol öngörülmüş mü, öngörülmemiş mi; temelde bakacağımız şey bu.”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini düşünüyorsanız ya da barışçıl toplantı ve gösteri hakkına dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.

SÖYLEŞİNİN TAMAMI

Z.D.: Eşit Haklar İçin İzleme Derneği Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan başlıyor. Ben Zeynep Duygu Ağbayır, bugünkü konuğumuz Dilşad Çiğdem Sever; Atılım Üniversitesi’nde öğretim üyesi, aynı zamanda Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nde yönetim kurulu üyesi. Bugün ESHİD tarafından yürütülen barışçıl toplantı ve gösteri hakkı izleme çalışmaları kapsamında Doçent Doktor Çiğdem Sever tarafından yazılan “Türkiye’de Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı Bakımından İdari Yargının Etkili Bir Başvuru Yolu Olarak Niteliği: Yasaklama Kararlarında İptal Davaları ve Kötü Muamelede Tam Yargı Davaları Açısından Bir İnceleme” başlıklı raporu konuşacağız. Tamamı için de esithaklar.org web sitemizden erişebilirsiniz.

Şöyle bir giriş yapmak istiyorum. Mülki idarenin barışçıl toplantı ve gösteri hakkına yönelik yasaklama kararlarına açılan iptal davaları, barışçıl toplantılara katılanlara yönelik müdahaleler esnasında ortaya çıkan zararların tazminine yönelik tam yargı davalarını, idari yargının etkili bir başvuru olup olmadığını, bu raporda inceliyorsunuz. Hoş geldiniz diyelim tekrardan.

ESHİD’in verilerine göre 2018 – 2021 tarihleri arasında mülki idareler tarafından barışçıl toplantı ve gösteri hakkına yönelik en az 1088 kısıtlama kararı bulunmaktadır. Mülki idareler tarafından alınan kısıtlama kararlarının dayanaklarından, ilgili düzenlemelerden ve yasaklama kararlarına ilişkin hangi başvuru yollarının var olduğundan kısaca bahsedebilir misiniz?

Ç.S.: Evet, teşekkür ediyorum, tekrar hoş bulduk. Yani biraz uzunca bir rapor üzerine konuşacağız bu kısıtlı sürede, umarım yeterli olacaktır. Şöyle başlayayım öncelikle. Türkiye’de son yıllarda giderek artan bir şekilde toplantı ve gösteri yürüyüş hakkıyla ilgili müdahaleler özellikle de bu yasaklama kararlarıyla gündemimize girmiş durumda. Bahsettiğiniz gibi, yani sadece 2018- 2021 arasındaki ve sadece internetten erişilebilen verilere bile baktığımızda binin üstünde yasaklama kararı ile karşı karşıyayız, ki bunların ağırlıklı kısmı genel yasaklama kararı. Yani belirli bir etkinliğin değil de genel olarak belirli bir yerde tüm etkinliklerin yasaklanması şeklinde. Dolayısıyla toplantı gösteri yürüyüşü hakkının kullanması bakımından çok ciddi bir müdahale ile karşı karşıyayız. Tüm dünyada da özellikle pandemide çok gündeme gelen bir konuydu. Ama şunu söyleyerek başlamak istiyorum: Türkiye’de yaşadığımız süreç pandemiye özgü bir süreç değil. Çünkü sayısal olarak baktığımızda işte 2018’den itibaren bakıldığında, 2019’da 300’e yakın karar varken 2020 yılındaki pandeminin esas ağırlıklı müdahalelerin olduğu, bu kısıtlamaların olduğu dönemde 368 karar var. 2021’e geldiğimizde 307. Yani çok büyük değişiklikler olmaması aslında toplantı gösteri yürüyüş hakkında bu tür yasaklamaların çok pandemiyle bağlantılı olmadığını gösteriyor. Yine bu kararlara baktığımızda belli illerde daha yoğun olduğunu görüyoruz ki bunların belki en bariz örneği de Van’da yaşandı. Van’da 2016 yılından beri aralıksız 15’er günde bir tekrarlanan yasaklama kararları var. Bunlarla ilgili açılan çok sayıda dava var ama bir sonuç alınabilmiş değil. Bazı durumlarda ayrımcı temellere dayalı olarak bu hakkının engellendiği örnekler var. Bunuda yine en bilinen belki kamuoyunun daha çok takip ettiği örnek; LGBTİ+ etkinliklerin tamamının yasaklanmasını ve süresiz olarak yasaklamayı içerecek şekilde Ankara’daki örnek ve pek çok işte onların görüş ve benzeri başka etkinliklerde yaşanan örnekler. Veya belli günlerde bazı yasakların olduğunu görüyoruz. Özel olarak işte Maraş katliamı anması, Suruç katliamı anması örnekleri de bunu gösteriyor. Dolayısıyla aslında bu yasaklama kararlarının çok yaygın bir halde, hatta daha da ötesine geçmiş durumda; izne bağlama. Yani bu da yeni karşılaştığımız bir şey oldu. Anayasa’nın çok açık hükmüne rağmen izne bağlama şeklinde kararlar verildiğini görüyoruz. Peki pozitif hukuktaki bunun dayanağı ne? Tabii akla gelen ve temel tartışma konusu olan mesele bu. Önce yine biraz malumun ilamı ama tekrar tekrar söylemek istiyorum: Anayasa’nın 34. maddesi çok net bir şekilde izin almadan toplantı gösteri yürüyüşünü düzenleme hakkını ifade eder. Yani izne bağlanması zaten mümkün değildir bu anlamda ya da işte izinsiz toplantı gösteri yürüyüşü retoriği var biliyorsunuz. Bu tamamen hatalı bir retorik aslında anayasaya baktığınızda. Peki bu yasaklama kararları ne? Aslında bunların da dayanağı olarak bilinen iki tane temel kanun görüyoruz. Birinci Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, 2911 sayılı kanun olarak da bilinen. Onun iki maddesi. Ve bir de genel anlamda valilerin il idaresine ilişkin yetkilerini düzenleyen İl İdaresi Kanunu 11A ve 11C maddelerini görüyoruz, bu kararlara da atıf yapılan dayanak hükümler olarak. Şimdi önce Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu doğal olarak esas uygulanması gereken özel hüküm olduğu için ona bakmak gerekir. 17 ve 19. maddeler dayanak yapılıyor. Aslında orada sadece yasaklama değil, erteleme yetkisinden de bahsediyor. Ama Türkiye’deki örneklerde erteleme yetkisi kullanılmadığını, tamamen yasaklama işlemleri olduğunu görüyoruz. 17. madde aslında belli bir toplantının ertelenmesi veya yasaklanmasını içerir. 19. madde ise bütün toplantıların ertelenmesi veya yasaklanmasını içerir. Yani yine belki bunu ilgili vurgulamak lazım: Aslında bu kanunda 2002 ve 2003 yılında yapılan değişikliklerle bu kararların alınması güçleştirmiştir. 17. maddeye eklenen unsur, ki bu aslında biraz da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı izlenerek yapılmıştır. Suç işleneceğine ilişkin açık ve yakın tehlikenin mevcudiyetinin aranması koşul olarak eklenmiş durumda yasaklama kararları açısından. Benzer şekilde yine tüm toplantıların ertelenmesi, yasaklamasında da benzer şekilde böyle bir suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlikelinin mevcudiyeti, hatta üstüne bir de gerekçede karar verilmesi şeklinde belli güvenceler eklenmiş durumda. Ama kararlarda bu tür bir açık ve yakın tehlikenin mevcudiyeti hiç belirtilmeden sadece genel sınırlandırma nedenlerini tekrar edilerek karar verildiğini görüyoruz ve mahkemelerin de çok açıkçası bunları tartışmadığını görüyoruz. Esas başka bir problem bu İl İdaresi Kanunu meselesi. Belki bu konulara aşina olan hukukçular hatırlayacaktır, sokağa çıkma yasaklarıyla çok gündeme yanlış maddelerdi bunlar aslında. Çünkü İl İdaresi Kanunu oldukça eski tarihli bir kanun ve genel anlamda valinin ildeki bazı yetkilerini düzenleyen 11. maddesinde aslında çok genel bir ödevlerini adeta söylerken, işte genel anlamda işte güvenliği, kamu düzenini korumak için gerekli tedbirleri almak gibi; genel yetki normu diyebileceğimiz, hatta görevlendirme şeklinde aslında bir spesifik yetki de içermez bunlar. Bu hükme dayanarak çeşitli kararlar alındı. Bu sokağa çıkma yasaklarında da gündeme gelmişti. Daha sonra 2018 yılında bir ek paragraf eklendi bu maddeye. Ve orada da bizim işte sokağa çıkma yasaklarına dayanak olacak şekilde 15 günü geçmemek üzere ilde belirli yerlere giriş çıkışı sınırlandırmak veya kişilerin dolaşmalarını toplanmalarını sınırlamak gibi yetkiler eklendi. Fakat şunu söyleyerek başlayalım: İl İdaresi Kanunu bu kapsamda bir madde değil. Yani böyle tamamen toplantı gösteri yürüyüşü yasaklarının içerebilecek bir madde değil, genel yetki normu. Kaldı ki oradaki sınırlandırmaya baktığınızda da güvenliği bozacağı şüphesi bulunan kişiler için bir sınırlama görürüz. Yani maddenin aslına lafzına baktığınızda da böyle total olarak bütün şehirde her şeyi yasaklamak gibi bir anlam zaten çıkarmamak gerekir. Ki bu noktada özel norm olarak uygulanması gereken norm toplantı gösteri kanunu. Dolayısıyla burada bir dayanak problemimiz olduğunu düşünüyorum ama dediğim gibi bu biraz Türkiye’de yargı tarafından ihmal edilmiş bir konu. Bugüne kadar hiçbir mahkeme bunu dikkate almadı. Peki bu kararlara karşın ne yapılabiliyor? Şunu söyleyeyim: 24 saat öncesine kadar bu tür yasaklama kararları alınabiliyor. Yani belli bir etkinlik yasaklanacaksa 24 saat öncesinde bu karar alınabiliyor. Hatta yasaklama kararları tüm toplantıları içerdiği için hemen yürürlüğe giriyor ve yani bir saat sonraki toplantıyı bile kapsayabilecek bir niteliğe sahip, bir süre sınırlaması yok. Bu idare işine karşı ne yapabiliyoruz? Hepimizin aslında bildiği gibi idari işlemlere karşı açtığımız iptal davaları açılıyor ve iptal davalarında da yürütmenin durdurulması talep edilerek mahkemenin bu değerlendirme yapması isteniyor. Mahkeme peki neye bakıyor? Telafisi güç veya imkansız bir zararının olacağını düşünüyorsa ve açıkça hukuka aykırı buluyorsa bu durumda yürütmenin durdurulması kararı verebiliyor mahkemeler. Ama tabi şöyle işliyor süreç. Siz davayı açtığınız an otomatik olarak bu verilmiyor, bir değerlendirme gerektiriyor. Ve kural olarak da idarenin savunması alındıktan sonra bu karar veriliyor. Kanun sadece bir istisna getirmiştir. Uygulanmakla etkisi tükenecek bir işlem varsa idarenin savunması alınıncaya kadar geçici bir süreyle yürütmenin durdurulması kararı verilmesi de mümkün diye sorunuza biraz uzunca bir giriş yaparak bir cevap vermiş oldum.

Z.D.: Peki pratikte bu başvuru yolları işlevsel mi?

Ç.S.: Aslında tam da bu raporun odaklandığı sorulardan bir tanesi bu. Çünkü Türkiye’de biz, doğal olarak yani biraz da, ceza davalarına daha odaklanmış durumdayız. Yani kötü muamelede kamu görevlilerinin yargılanması veya Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanuna muhalefet davalarına odaklandık. Ama biraz idari yargıya aslında yüzümüzü çevirmek istedik. Bu raporun biraz amacı buydu. Bugüne kadar, bir kere şunu söyleyerek başlayacağım, böyle binlerce karar buluyorsunuz sadece internette tarama yaptığınızda ama dava sayısı çok az. Bunu şundan ötürü söylüyorum. Bir tarama yaptığınızda, normalde ben geniş bir tarama yaptım, veritabanlarında çok sınırlı dava açılmış durumda. Aslında bu da bize bir şey gösteriyor bence. O yüzden buradan başlamak istiyorum. Çünkü sizin diyelim hafta sonu yapacağınız bir etkinlikte iki gün önce gelen bir idari işlem karşısında idari yargıya başvurmanız hem zahmetli bir iştir hem de işte süre problemi nedeniyle anlamsızlaşabilir. Böyle bir sorun nedeniyle aslında az dava açıldığını görüyoruz. Biz bu raporu hazırlarken konuyla ilgili davalara bakmış çeşitli avukatlara bir çağrıda bulunduk. Onlarla bir toplantı yaptık ve onların ellerindeki dosyalardan bazı dosyaları inceleme olanağı bulduk. Durum ne diye bakarsınız… Tabii şöyle bir şeyle başlayacağım burada: az önce söylediğim Van’da 6 yılı geçen bir yasak var. Sürekli devam eden 15’er günlük yeni idari işlemler kuruluyor sürekli. Bunlarla ilgili 14 tane dava açmışlar. 14 davanın tamamı reddedilmiş.

Z.D.: Ne tür kararlar var, hangi karar, ne tür kararlar karşımıza çıkıyor?

Ç.S.: Hepsi ret yani yürütmenin durdurulması talebi de ret. Van Barosu’nun açtığı davaların tamamı reddedilmiş, genellikle güvenlik gerekçesiyle diyerek, çok da somut bir gerekçe aramaksızın genelde reddedildiğini görüyoruz. Tabii bu konuda yine kamuoyunda gündeme gelmişti: Ankara’da LGBTİ+ örgütlerin yapacağı her tür etkinlikle ilgili mesela yasak kararında 1 yıl 3 ay sonra bir iptal kararı çıktı. Yani 1 yıl 3 ay boyunca hiçbir etkinlik yapılamadı ve çok genişti. Yani bu Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu aşan düzeyde tüm etkinlikleri içeren bir yasaktı. Yine benzer şekilde İstanbul Onur Yürüyüşü ile ilgili açılan bir davada 1 yıl sonra yeni istinaf aşamasında bir iptal kararı çıktı. Yine benzer şekilde Maçka Parkında bir etkinlik yasağı dosyasında yürütmenin durdurulması kararının verilmesi 4 ayı bulmuş durumdaydı ve ret kararı verilmişti. Yine Queer Olympix ile ilgili bir iptal kararı var ama tuhaf biçimde yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiş. Bu örnekleri çok çoğaltabilirim. Ankara Barosu LGBTİ+ Hakları Merkezi’nin basın açıklaması ile ilgili 10 ay sonra bir iptal kararı, ki hiçbir dayanağı yoktu o kararın, ona rağmen işte 10 ay sonra aldığınız bir mahkeme kararının çok da zaten anlamı olmuyor. Benim bunların içinde bulabildiğim, yürütmenin durdurulması verilen tek bir örnek vardı, internet taramasıyla bulabildim bunu. Soma madencileri için yapılacak bir yürüyüşle ilgiliydi. O da hem gösteri hem yürüyüş içeriyordu, yani hem bir parkta bir gösteri ardından da yürüyüş yapılacak bu olayda. Tek toplantının yasaklanması söz konusu burada, genel bir yasak kararı yok. Kısmi olarak bir yürütme durdurması kararı kısa sürede verilmiş. Benim bulabildiğim tek örnek bu.

Z.D.: Tam buradan şöyle bir şey de sormak istiyorum: Toplantı ve gösterilere müdahaleler esnasında ortaya çıkan zararların tazmini konusunda başvurulabilecek yollar nelerdir? Tam Yargı Davası’ndan bahsetmişsiniz raporda. Hocam tam yargı davası nedir, kısaca açar mısınız, ne tür kararlarla karşılaşıyorsunuz?

Ç.S.: Bu kötü muamele iddiaları zaten çok gündeme geliyor doğal olarak toplantı gösteri yürüyüşleri müdahalesi sırasında zarar. Yani ya doğrudan kötü muamele ya da dolaylı zararlar da olabilir. Bunlarla ilgili açılabilecek dava tam yargı davası diye geçiyor idari yargıda. Ağırlıklı olarak tazminat davasından bahsediyoruz burada, ve mantığı da şudur: Yani idarenin bir hizmet kusuru var, bir zarar vermiş ve bunun giderilmesi talebiyle açılan bir dava aslında. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi öncelikle kötü muamele iddialarında ceza yargılamasını esas giderim yolu olarak görür ama bu tür tazminat davalarında tamamlayıcı bir giderim mekanizması olarak görür ve etkili başvuru yolu bakımından değerlendirir. Ve şunu yine görmek lazım: Türkiye’de bu hak ihlalleri konusundaki temel problemimiz cezasızlık sorunudur. Yani bu hep dile getirilen insan hakları alanındaki temel bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Ama şunu da vurgulamak isterim; cezasızlık sorunu sadece ceza davaları değil, bu tür tazminat davaları açısından da değerlendirilmesi gereken bir sorun. Ve Anayasa Mahkemesi’nin de aslında önüne gelen davalarda 11 tane ihlal kararı var etkili başvuru yoluyla ilgili. Bu davalardan gördüğümüz kadarıyla mevzuattaki düzenlemede problem yok. Yani tam yargı davası aslında etkili bir mekanizma olabilecek bir dava yolu olmasına rağmen uygulamada etkili bir şekilde işlemeyebildiğini görürüz. Bunlarla ilgili, müsadeniz olursa, Anayasa Mahkemesinin bu 11 kararından bahsetmek isterim. Çünkü tam da bu aslında etkili başvuru yolu bakımından sorunları bize çok iyi işaret eden kararlar bunlar. Bunlardan 7 tanesi 10 Ekim Katliamına ilişkin. 10 Ekim Katliamı’nda dosyalarının, yani birinde bir tek işte bir karar da vardı daha sonra değiştirildi. Bir karar verildikten sonra heyet değiştiği için kararda bir değişiklik oldu, ama bir karar dışında hiç birinde hizmet kusuru tartışılmadı, yani tamamen kusursuz sorumluluğa hükmedilmesi yolu tercih edildi. Oysa kusursuz sorumluluk ikincil bir yoldur. Öncelikle idarenin kusuru olup olmadığı tartışılması gerekir. Ama bu dosyaların tamamında görüyoruz ki hiç hizmet kusuru tartışılmadan, yani orada gerekli önlemler alındı mı, idarenin eline geçen istihbaratlara ilişkin İçişleri Bakanlığı Müfettişliği raporlarına rağmen doğrudan kusursuz sorumluluğu atlamak etkili başvuru yolu olmaktan çıkarır dedi Anayasa Mahkemesi bu davalarla ilgili olarak. Zaten birebir neredeyse aynı yazılmış kararlar, olaylar, ayrıntıları dışında, ana gövdeleri tamamen aynı kararlar bunlar. İhlal kararı verilen üç karar daha var, pardon dört karar daha var. Bunlardan üçü Gezi Direnişi sırasındaki kötü muamele yasağı iddialarıyla ilgili. Hemen isimleriyle söyleyeyim: Barış Barışık, Şadiye Dilan Doğan ve Abdullah Koç kararları. Bunlardaki önemli nokta ise şu; bu üç davada da 3 başvurucu tamamen bir gösteriye katılıp gösteri sırasında belli bir direniş gösterip -göstermemiş ya da göstermemiş, bunların ikisi de var- ama bir şekilde o sırada zarar görmüş, fiziksel anlamda yani bedensel bir zarara uğramış ama buna rağmen tam yargı davasında tazminata gidilmemiş veya indirim yapılmış. Barış Barışık kararında ceza mahkumiyeti olmasına rağmen, yani bu toplantıya katıldığı sıradaki eylemleri nedeniyle kararı olsa bile Anayasa Mahkemesi, kişinin kendi kusuruyla zarar gördüğü gibi bir akıl yürütme aslında dosyada bakıldığında mümkün görünmüyor diyor. Bu önemli. Neden önemli: Çünkü idari yargıda son dönemde toplantılarda zarar gören kişilerde ama kendi kusuru diye davaların reddedilmesi gibi bir eğilim görüyoruz. Oysa illiyet bağının kesilmesi için gerçekten kişinin tamamen kendi tutumundan dolayı bir güce başvurmak zorunda kalacak ve bunun orantılı olması gerekir. Oysa burada böyle bir durum yoktur diyor. Yani sadece tek başına bir mahkumiyet kararı olması, toplantıya katılması, kendi kusuru nedeniyle tazminat talebinin reddini gerektirmez, demesi bakımından önemli. Yine ikinci olarak Şadiye Dilan Doğan kararında da yine Gezi Direnişi ile ilgili bir olayda başvurucunun polise tekme attığı görünüyor. Yani kamera görüntülerinde var ama bir şekilde kendisini aslında sabit duruyorken, pasifken, fiziksel güce başvurmuş, ağır bir fiziksel güce başvurmuş. Önce copla vurmuş daha sonra ayağından araç geçmiş; bir kırıklar oluşmuş ayağında. Dolayısıyla burada kendi tutumundan dolayı böyle bir fiziksel güce başvurduğunu düşünemeyiz diyor Anayasa mahkemesi. Bu noktada bu idari yargının son dönemki eğilimi anlamında önemli. Keza yine Abdullah Koç başvurusu da bence önemli. Şu açıdan önemli, bu sefer Ankara’daki Gezi eylemlerinden birinde üzerine bir yabancı cisim, yani onunda plastik mermi olduğu düşünülüyor, nedeniyle yaralanıyor. Bir ceza davası açılıyor, fakat ceza yargılaması etkin yürütülmüyor. Kamu görevlilerinin yargılanması konusunda bu anlamda bir yetersizlik var. Ve idari yargıda da zaten tanık dinlemiyorsunuz, deliller sınırlı ve çoğu zaman ceza dosyasıyla bağlantılı bu nedenle idari yargıda aslında etkisiz hale geliyor diyor Anayasa Mahkemesi. Bu anlamda önemli bir karardır Abdullah Koç kararı. Çünkü diyor ki orada ceza yargılaması etkin değilse, idari yargıç o tazminat davasında buna dayanarak sadece reddettiği takdirde idari yargıda aslında etkili bir yol olmaktan çıkıyor fiilen demesi bakımından önemli. Ve son olarak da Abdullah Yaşa kararı aslında daha önce bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına da konu olmuştu. Yine idari yargıda tazminat değerlendirmesinde, bu olayda barışçıl bir eylem değil bu arada eylem, barışçıl olmayan bu eyleme kendi kusur ile katılarak yaralandığı için tazminat talebinin reddedilmesi söz konusu. Burada baktığınızda kişi hakkında bir mahkumiyet kararı yoksa veya kişinin doğrudan kendisinin şiddete başvurduğuna ilişkin dava dosyasında bir belge, bilgi, delil bulunmadığı için idari yargının bu tutumunun etkili bir başvuru yolu bakımından elverişli olmadığını söylüyor  Anayasa Mahkemesi. Bu açıdan da bu on bir karar önemli bir gösterge, idari hakkında son  dönemki en azından eğilimleri bakımından.

Z.D.:Peki son olarak şöyle bir sorusu olmak isterim. Etkili başvuru hakkını düzenleyen AİHS madde 13 ve Anayasa madde 40 açısından bir çerçeve çiziyorsunuz raporunuzda. Bu maddeler neden önemli bir başvuru yolunun etkililiğini ne anlama gelmekte ve bir bütün olarak tüm bu konuştuklarımız bize ne söylüyor?

Ç.D.:Tüm konuştuklarımız aslında bize şunu söylüyor: Bu etkili başvuru yolu meselesi bizim açımızdan temel hak ve özgürlüklerin korunmasında çok çok önemli. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şöyle söylüyor, diyor ki: Hakların vizyonu olmasının ötesine geçmelerinin güvencesinde bu hak oluşturur. Yani bir şekilde var olan yargısal ve yargı dışı bütün yolları etkili biçimde işlemesi, aslında bu hakları gerçek anlamda hayata geçirmek için bir garanti. Bu yüzden hem Anayasa Mahkemesi hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tanım yaparken de şöyle bir şey, bir yol izliyor, diyor ki: Bir kere bir hakkın ihlal edildiğini ileri sürmeniz gerekir. Bu hakkın ihlal edildiğini ileri sürebilmek için, yani tıpkı ayrımcılık yasağında olduğu gibi bir hakkın hakla bağlantılı olarak ileri sürülmesi gerekiyor. Tabii ama şunu da söylemek lazım etkili başvuru hakkı Taraf Devletleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bakımından ne tür bir dava olması gerektiği, nasıl bir mevzuat olması, nasıl bir mahkeme kurulması gerektiği konusunda doğrudan bir belirleme yapmıyor. Tamamen içerik değerlendirmesi yapıyor, olay bazlı ve konu bazlı değerlendirme yapıyor ve bunu yaparken de belli kriterler geliştirmiş durumda. İşte bizim çekirdek haklar dediğimiz 2, 3, 5 ve 6 maddelerini ihlal iddialarında daha hassas bir inceleme yaptığını söylemek mümkün. Ama mahkemenin temel yaklaşımı şu; iki tane şeye bakıyor: Bir, esasa dair gereklilikler; iki, kurumsal gereklilikler. Ve bunlarda da hep şunu vurguluyor: Sadece teorik anlamda etkililik değil, aynı zamanda uygulamada da etkili olup olmadığına bakmak gerekir diyor. Bu anlamda temel derdi çeşitli kriterler farklı, ya çok uzaktayım şimdi ama, özellikle bizim açımızdan yasaklama kararlarında bize söylediği şey makul sürede sonuç almayı güvence altına alan bir yol öngörülmüş mü, öngörülmemiş mi temelde bakacağımız şey bu. Aslında bu mesele Anayasa Mahkemesi önüne geldi iki davada; Haziran 2021 ve Eylül 2021’de verdiği iki karar var konuyla ilgili.Bunlardan biri İsmail Sarıkabadayı kararı, diğeri ise KAOS GL 2 kararı. KAOS GL kararı bizim açımızdan aslında, yani özellikle de avukatlar olabilir diye özellikle vurgulamak istiyorum, tuhaf bir şey söylüyor. Çünkü KAOS GL kararı, yasaklama kararları ile ilgili etkili başvuru olanağını da gündeme getirebilecek bir kararken şöyle bir yol izledi mahkeme dedi ki: Yasaklama kararı nedeniyle söz konusu derneğin yapmayı planladığı bir toplantı gösteri var mıydı, bunun etkisiz hale gelip gelmediği, işte etkinliklerle yapmak istediklerini yapamadığına ilişkin bir delil yoktur dedi. Yani bu etkinlikler yasaklanmasaydı ben şunları yapacaktım diye ispatlayamamıştır gibi bir akıl yürütmenin kişi yönünden yetkisizlik kararı verdi. Yani yasak olan eylemi niye yapmadın gibi tuhaf bir soruyu da gündeme getirdi yani ben gerçekten biraz mantıksal sorunları olduğunu düşünüyorum bu kararda, kabul edilmezlik kararı verdi. Yani o yüzden herhalde bu yapılacak başvurularda bundan sonra ben şunları yapmayı düşünüyordum, bunları yapmayı düşünüyordum ama yasak olduğu için zaten organizasyon yapamadık diye söylemek gerekir mahkemeye herhalde. İkincisi Sarıkabadayı kararı, Sarıkabadayı kararı iki açıdan bize bir şey söyledi bence önemli. Birincisi ilk defa bir yürütmenin durdurulması talebinin reddi üzerine, yani dava devam ederken başvuru yapıldı, bu ilkti ve mahkeme bu da bu başvuruyu kabul etti, incelemesi gerektiğine karar vardı. Çünkü yürütmenin durdurulması kararı reddedildiği tarih,  yapılması planlanan etkinlikten sonraydı dolayısıyla artık bu da bu başvuruya bakabileceğine hükmetti. Yani bu tür bir dosyanız varsa avukatlar açısından o yüzden önemli, yürütmenin durdurulması kararının reddi hatta bence yürütmenin durdurulması kararı verilmemişse etkinlik tarihinde hala Anayasa Mahkemesi bakabilir. Ama Sarıkabadayı kararında da aslında tıpkı KAOS-GL kararında olduğu gibi biraz bakmaktan kaçındığını görüyoruz mahkemenin. Çünkü şöyle bir şey dedi yürütmenin durdurulması bakımından… Dedi ki; idarenin savunmasının alınması konusunda tebligat yollarının kısaltılması mümkün veya memur eliyle tebligat yapılması mümkün. Bunları davacı talep etmemiş gibi bir gerekçeyle ret kararı verdi, ihlal bulmadı. Bu da biraz tuhaf bir akıl yürütme. Çünkü aslında bu mahkemenin resen dikkate alabileceği bir şey, etkinliğin tarihi zaten belli, otobüslerle insanlar gelecek, şehir dışından gelecekler de var. Dolayısıyla bunu mutlaka kişilere yüklemek gerçekten gerekli mi sorusunu sormamız gerekiyor. Ama yine bizim için bir şey diyo bu karar, diyor ki: Bundan sonra eğer bir davanız varsa yürütmenin durdurulması konusunda, burada sürenin kısaltılması, memur eliyle tebligat yapılmasını talep edin dedi Anayasa Mahkemesi. Açık söyleyeyim; tabii Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadını izlediğinizde Anayasa Mahkemesi’nin bu kaçınma halini daha iyi anlıyorsunuz. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye ile ilgili bu konuda bir karar vermedi. Ama 11. madde ile bağlantılı 13. madde iddiaları ile ilgili Rusya ve Polonya ile ilgili üç kararı var: Bunlardan biri Alekseyev kararı 2010 tarihli, diğeri Lashmankin kararı yine Rusya ile ilgili 2017 tarihli ve Baczkowski kararı 2007 tarihli. Çok uzatmadan ama bu üç karar bize şunu söylüyor bir kere: Düzenleyicilere belli zaman sınırlamaları getiriliyor mevzuat, idarelere getirmiyor. Yani bir şekilde başvuru yolları etkinlik tarihini geçecek, ondan sonraki bir tarihte ise eğer etkili olma niteliğini kaybeder. Bir şekilde mahkemelerin toplantı tarihinden önce karar vermesi gerektiğine ilişkin bir düzenleme olması gerektiğini söylüyor. Ki mesela Rusya ile ilgili değerlendirmesinde… Rusya’da durum aslında bizden bu konuda daha iyi. Çünkü en geç 10 içinde başvuru yapıyor yapıyor. İdari makamlar 3 gün içerisinde toplu bir karar veriyorlar. Mahkemeler 10 gün içinde sonuçlandırmak zorunda. Ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şunu diyor: 10 gün içinde karar vermediği durumlar olabiliyor ve yani tüm bu sürelere uyulsa bile toplantılarından önce karar verilmesinin garanti olmadığını söylüyor. Bizdekinden daha aslında güvence olarak görebileceğimiz süreler olmasına rağmen, bu toplantı gününden önce karar vermeye ilişkin bir mekanizma olmadığını özellikle vurguluyor. Bu açından da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadını izlersiniz Anayasa Mahkemesi de benzer bir perspektifte davranmak durumunda bence bir noktaya gelindiğinde. Çünkü Türkiye’de şu anda ivedi yargılama usulü diye bir usul var ama sadece ihale, acele kamulaştırma, özelleştirme gibi konularda, bir de bu ortak sınavlarla ilgili. Bunun dışında olağan süreler var. Ve süre olarak yani bir gün önce bile yasaklama kararı verilebilirken, bu arada nöbetçi hakimlik sisteminiz yok, iş yükleri çok bunun ötesinde sizin iki gün içinde yürütmenin durdurulması kararı almanız neredeyse imkansız. O kadar kısa sürede, işte ilk inceleme yapılması, bu konuda bir değerlendirme yapılması, hukuka aykırı değerlendirmesi son derece güç görünüyor. Pek çok ülkede bunun için acil başvuru yöntemleri var temel hak ve özgürlükler konusunda. Türkiye’de bununla ilgili bir yol yok. Bu açıdan yasaklama kararları bakımından zaten yürütmenin durdurulması kurumunun etkililiği problemli hem idari usul bakımından hem yargılama usulü bakımından. Tam yargı davalarında dediğim gibi mevzuat tek başına bu yolu etkili olmaktan çıkarmaz. Ama uygulamaya baktığınızda mahkemelerin özellikle toplantı gösteri yürüyüşüne katılan kişilerin kusurunu vurgulayan nitelikte yaklaşımları nedeniyle tazminat taleplerini reddetmeleri nedeniyle etkili yol olmaktan çıkabilir. Dediğim gibi olay bazlı olarak mahkemelerin tutumları nedeniyle olabilir gibi görünüyor, son kertede.

ZD: Peki bize katıldığınız için çok teşekkür ederiz, tekrardan.

ÇS: Ben teşekkür ediyorum.

ZD: Yeniden hatırlatmakta fayda var. Raporun tamamına esithaklar.org’dan erişebilirsiniz. Yasaksız Meydan’ın ikinci sezonunu bu bölüm ile noktalıyoruz. Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga Medya işbirliğiyle hazırladığımız Yasaksız Meydan’ın ikinci sezonunda işçiler, kadınlar, kayıp yakınları, hak savunucuları, öğrenciler, çevre aktivistleri LGBTİ+’lar ve hukukçulardan oluşan 20’den fazla konukla barışçıl toplanma özgürlüğü ihlallerini konuştuk. 3. sezon için çalışmalarımıza başlayacağız. Ara verirken siz dinleyicilerimizin ilk ve ikinci sezona yönelik yorum ve değerlendirmelerini üçüncü sezona ilişkin önerilerini esithaklar@gmail.com mail adresinden bize iletebileceklerini hatırlatmak isteriz. Şimdilik hoşçakalın.